Beşiktaş escort Etiler escort Nişantaşı escort
27 Mayıs 2023 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
19,9210
21,3708
1.248,57
01 Nisan 2023 Cumartesi
Yazının başlığını Ramazan pidesi olarak koymak isterdim lakin pide bir günlük mide ihtiyacımızı, irade ise ömrümüzün tüm ihtiyacını karşılamaktadır.
En çok faydalı olanı en az faydalı olana tercih etmemin sebebi budur.
Ramazan kelime olarak Arapça’daki ramza ya da ramaz kelimesinden türetilmiştir.
Ramza’nın sözlük anlamı yağmur sularının yerdeki çer çöp ne varsa silip süpürmesi, geçtiği alanları temizlemesi manasına gelmektedir.
Ramaz ise; ıslah olması mümkün olmayan, su ile temizlenmeyen kirlerin yakılarak yok edilmesi, pislikleri yakarak etrafında steril bir alan meydana getiren anlamına gelmektedir.
Ramazan kelimesi de sözlük olarak insanların günah kirlerini silip süpüren dokunduğu yürekleri pırıl pırıl eden, günahları yakıp kül eden insanı steril hale getiren anasından doğduğu günkü gibi tertemiz eden anlamındadır.
Ramazanda indirilen Kuran-ı Kerim ise Allah’ın emir ve yasaklarını bildiren ilahi buyrukların toplandığı kitaptır. Şunları yapın şunları yapmayın diye insana bir takım vazifeler yükler.
Bu vazifelerin yerine getirilmesi için insanın ihtiyaç duyduğu tek şey iradedir.
Ramazanda tutulan oruç ise tam bir irade eğitimidir. İnsanın iradesini güçlendirip nefsine karşı en üst düzey savunma sistemlerini aktif hale getirmesidir.
İnsan nefsi sürekli yanlış yola sapmayı günah işlemeyi emreder. Nefsin bu isteğine karşı koymak için ihtiyaç duyulan tek şey iradedir. İrade ne kadar güçlü olursa günahlara karşı o kadar güçlü durulabilir.
Ramazan orucu ile irade sürekli beslenir, güçlenir. Güçlü irade sahibi kişiler sağ duyu sahibi kişilerdir. Haramlara yasaklara karşı daha konforlu durabilir. Helalleri yapma konusunda son derece rahatlık hissi oluşturur.
Haramlara karşı durabilmek helallere yönelme hususunda içtenlik ve ferahlıkla yönelebilmek çok büyük bir kazanımdır.
Bunun dini terminolojide adı şuurdur, takvadır.
Ramazan pidesine odaklanılan şu günlerde, günlük ihtiyaçları değil, yıllık hatta ömürlük ihtiyaçlara yönelmesini sağlamak babından bu yazıyı kaleme almak istedim.
Ne mutlu geleceğe umutla güvenle bakabilenlere.
Ne mutlu uzun emellerini günlük heveslerine feda etmeyenlere.
Ne mutlu ramazanda iradesini güçlendirenlere.
Ne mutlu pideyi, mideyi değil ramazanın asıl kazanımı olan irade meselesine yönelenlere.
H. İbrahim ÇORAKLI
8 Mart 2023
Cleveland, Ohio
İstanbul hiç şüphesiz çok güzel ve özel bir şehir. Taşıyla toprağıyla altın, boğazı gerdan, köprüleri inci, tepeleri adeta yakuttan birer tepsi.
Kalem erbabının ifade ettiği gibi: İstanbul’da yaşamak, İstanbul’u yaşamaktır.
İstanbul’da yaşamak güzel, çalışmak ise keşmekeş trafiği ve kozmopolit yapısı sebebiyle bir o kadar zor. Gerilen, yıpranan sinirler çoğu zaman insanda bu güzel şehirden uzaklaşma isteği oluşturmaktadır.
Yıllık iznimi geçirmek üzere tatil beldelerine gitmeye karar verdiğimde aklımda bir yer yoktu. Eşim sahil kentleri yerine kaplıca tatili olsun istedi.
Bir dostumuz bize Afyon Grand Özgül Termal Oteli tavsiye etti. Rotayı o yöne çevirdik.
Bin iki yüz kapasiteli Grand Özgül Termal Tatil köyünde yer bulmak kolay olmadı. Zar zor son kalan odayı tutarak nihayet otele giriş yaptık.
Burası bir otel değil rüya tatil köyü. Tesis gerçekten son derece güzel tasarlanmış ve bir o kadar güzel ve doğru işletiliyordu.
Yaklaşık yüz dönüm arazi üzerine kurulu tesisin ortasında restoran havuz ve alışveriş merkezleri, dinlenme ve çeşitli aktivitelerin yapıldığı ve mekanlardan oluşuyordu.
Etrafına dört katlı bloklar halinde konaklama odaları yapılmış olması tesisi daha kullanışlı hale getirmişti.
İyi yöneten idareciler, güler yüzlü ve iş bilen çalışanlarıyla adeta Anadolu’nun bağrında adeta on numara beş yıldız hizmet veriyordu.
Özellikle çalışanları, hizmet personelinin görev anlayışına bayıldım. Yaşları 18-30 arasında olan bu kardeşlerimiz bizlere kusursuza yakın hizmet verdiler. Hepsi pırıl pırıl genç çocuklar. Sanki büyümüşte küçülmüşler.
İşte dedim Anadolu insanı bu, işte Anadolu irfanı dedikleri de bu olmalı.
Çay saatinde kendileriyle tanışma fırsatım oldu.
Edepli halleri, insanın içini ısıtan bakışlarıyla durmadan yorulmadan çalışkan halleriyle bu çocuklar beni adeta büyüledi.
Hayalleri, hedefleri olan dürüst, namuslu, öz disipline haiz, saygılı, samimi bu çocuklarla iftihar ettiğimi söylemeliyim.
Bin iki yüz kişinin konaklama, yemek, havuz, kaplıca, spor ve huzurlu vakit geçirme hususunda ellerinden geleni yaptılar.
Aldıkları maaşı son kuruşuna kadar helal ve binlerce kez teşekkürü hak ettiklerini düşünüyorum.
Otel müdürlerinden Kübra hanımla kısa bir röportaj yaparak çalışmalar ve çalışanları hakkında bilgi aldım. Kendisi işini ve personelini çok seven bir yönetici.
Daha çok iç turizme yani ülkemiz insanına hizmet eden tesis ve hizmetleri hakkında bilgi verdi. Onu dinlerken ülkem adına gururlandım.
Kaplıca suyunun faydaları, maden suyunun bu bölgeden çıktığını Allah Teala’nın kullarına ikram ettiği doğal kaynaklarımız hakkında bilgiler verdi.
Ayrıca zihnen ve bedenen yorulan insanımıza hizmet etmenin kendilerini ve çalışan yaklaşık iki yüz personeli çok mutlu ettiğini söyledi.
Ulusal basın yayında reklamlarının olmadığını sorduğumda;
– En büyük reklam müşteri memnuniyetidir, diye cevap verdi.
Son gün kırk yıl hatırı ve hatırası olsun diye kahvelerimizi içerek otelden son derece memnun ayrılık.
Yorgun, otel konsepti hakkında bilgisiz hizmetle hakkında tedirgin halde geldiğimiz tesislerden dinç ve mutlu şekilde ayrılarak İstanbul’a doğru yola koyulduk. Hem paramızı ve hem de duamızı alan bu güzel insanlara binlerce kez teşekkürler.
-Ağzıma geleni söylerim ben.
-Ben lafımı kimseden esirgemem.
-Aklımdaki ağzımdadır benim.
-Ben sözümü hiç çekinmeden söylerim.
Yukarıdaki sözleri mutlaka sizler de çok duymuşsunuzdur. Çoğu zaman duyduğunuzda üzülmüş günlerce negatif etkisinden kurtulamadığınız olmuştur. Gününüzü belki de hayatınızın önemli bölümünü heba ettiğini düşünmüşsünüzdür.
Bu yazımızda bu hususu ele almak istiyorum.
Aslında cevabını aradığımız soru; insanın her ağzına geleni söylemesi övünülecek bir durum mudur?
İnsanın ilk ağzına gelen sözler genelde ölçülüp biçilmeye, tartılmaya vakti olmayan sözlerdir.
Dolayısıyla övünülecek sözler üzerinde ince ince düşünülüp ifade edilenlerdir. Bir kelimesi fayda ve zarar bakımından binlerce kere hesaplanmış, kerem ifade eden, onaran tamir eden sözlerdir.
Saygısızlık ifade eden kırıcı yaralayıcı sözlerden sonra; Ben lafımı adamın yüzüne söylerim, kimseden korkmam çekinmem sözü de içeriğinde incelik barındırmayan sözler grubundandır.
Elbette zalime karşı, güce ve güçlüye karşı gerçekleri hakkı ve hakikati çekinmeden söylemek, söyleyeni kahraman yapar. Lakin mazluma, zayıfa, halka ve haklıya bu tür dik sözler söyleyerek diklenmeler söyleyene hiçbir şey katmaz.
Büyüklerimizden duyduğumuz çok güzel ölçü vardı. Rahmetli büyüklerimiz bu hususta şöyle söylerlerdi.
– İnsanın boğazının kertiği olmalı.
– Her aklına geleni ağzına getirmemeli.
– Ağzına geleni söyleyen, aklına gelmeyeni işitir.
Sözünü düşünmeden, iyice tartmadan, pişirmeden söylenen sözler yaralar. Mevcut yarayı derinleştirir.
Yaşça küçük olanın büyüğüne ders vermek! maksadıyla kısa yoldan karizma ya da itibar elde etmek isteyenler bilmelidir ki; bu yol yol değildir. Bu illegal yoldan zengin olmak isteyenlerin durumu gibi son derece sağlıksız bir yoldur.
– Adama ağzıma geleni söyledim, gıkı çıkmadı.
Bir düşünelim bakalım. Neden gıkı çıkmadı acaba? Seviyesini düşürmemek için olabilir mi ?
Bir söze bir de söyleyene bakmış olabilir mi? Ne bileyim belki de beladan kaçmış, daha hayırlı bir işe yönelmiş olabilir mi?
Sözümüz kerem ve hikmet dolu ise sizin o sözü övmenize gerek yoktur. O söz sahibini över zaten. Ne güzel ifade ettiniz, kitabın tam da ortasından konuştunuz gibi övgüler, güzel sözlerden sonra duyulanlardır.
Her tarafı stres ve sıkıntı ile kuşatılmamış günümüz insanın duymak istediği sözler pozitif enerji veren sözlerdir.
Küçük küçük detaylarda mikroskobik eksikler bularak karşı tarafı yaralayan sözlerin kimseye bir faydası yoktur.
Moral veren, umut aşılayan, onaran mutlu eden sözleri söylemek o kadar da zor değil aslında. İyi niyet, samimiyet ve gönül güzelliği yeterlidir.
Gelin hep beraber gönül insanı, gerçek halk kahramanı Yunus Emre’mize kulak verelim.
Keleci bilen kişinin
Yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin
İşini sağ ede bir söz
Söz ola kestire başı
Söz ola kese savaşı
Ağu ile pişmiş aşı
Yağ ile bal ede bir söz.
Söylediğine inanmayanlarla inandığını söylemeyenlerin toplum içindeki oranları kaçtır merak ediyorum.
Aslında asıl merak ettiğim hangi tarafın çok olduğu. Yani inanmayanlar mı yoksa inandığını söylemeyenler mi daha fazla?
Bu hususta kendime ait bir fikrim var ama okurlarda ön yargı oluşmaması için şimdilik açıklamıyorum.
Ahiret gününe iman etmek imanın altı şartından biridir. Yani öldükten sonra bu dünyada yaptıklarının hesabını vereceğine inanmak. Bu itikat meselesine inanmayan dinden çıkar, kafir olur.
Yüzde doksan dokuzu müslüman olan ülkemizde sorsanız, imanın bu altı şartına inanmayan yoktur. Peki lafta böyle de uygulamada durum nedir?
Günlük işler, resmî işler, çarşı pazar komşuluk, karz-ı hasen vs.hemen hergün karşılaştığımız olaylara baktığımızda insan şüpheye düşmüyor değil.
Hesap vereceğimize inanıyor muyuz? Yoksa inanmıyor muyuz?
Çürük malları alta, sağlam ve göz alıcı olanları üste koyup müşteri kandıranlar, sizce ahiret gününe inanıyor mudur? Bir gün bunun hesabını vereceğine inanıyor mudur?
Garibana aslan kesilip kükreyen, güçlüye ve güce kedi olup miyavlayanlar; ölüm var, ahiret var, hesap var diye inanıyor mudur acaba?
Devletin malını, milletin hakkını ve hukukunu korumakla görevli olanlar, ellerindeki malı deniz suyu gibi harcayanlar, yetim hakkı yiyenler ahirette bunun hesabını vereceğine inanıyor mudur?
Mevzu devlet hazinesi, milletin vergilerinin korunması olduğunda kılı kırk yarması gerekenler, makam araçları ile mutfak alışverişlerini, çocuklarının okul servislerini yaptıranlar öldükten sonra bunun hesabını vereceğine inanıyor olabilir mi?
Devletin işlerini yaparken devletin mumunu, şahsi misafirleri geldiğinde kendi mumunu kullanan Hz. Ömer’in gittiği cennete talip olanların sizce utanma arlanma diye bir duygusu kalmış mıdır?
Dolandıranlar, borcunu ödememek için her türlü hileye başvuranlar, teraziyi eksik tartanlar, şişirme işler yapanlar, hesabı bilerek şişirenler, ahiret hesabına inanıyor mudur?
Zinayı normal, eşini aldatmayı marifetmiş gibi gösterenler, zinanın haram olduğunu dolayısıyla ahirette hesaba çekileceğine inanıyor mudur acaba?
Mahremiyeti aleniyete dönüştüren ve bunu sergilemekten haya etmeyenler ölüme, ölümden sonraki hayata inanıyor mudur?
Günlük hayatta karşılaştığımız olaylar bize gösteriyor ki;
Dilimizle ahiret var deyip yokmuş gibi hayat yaşamaktayız.
Her gün yerin bir metre altına binlerce insanı gömerken, bir gün kendimizin de gömüleceğini düşünmediğimizi düşünüyorum.
M. Akif merhumun dediği gibi:
Müslümanlık nerede, bizden geçmiş insanlık bile,
Alem aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile
Kaç hakiki müslüman gördümse, şimdi hep makberdedir,
Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir.
H. İbrahim ÇORAKLI
İstanbul
Malumunuz son yılda enflasyon hızla yükseldi, ekonomi bozuldu. Bozulan ekonomi ile yarış edercesine ahlak da bozuldu. Sevgi, saygı, edep, haya gibi toplumu ayakta tutan değerler enflasyonun zıddına hızla düşüşe geçti.
Metro ile eve dönüyorum. Tıklım tıklım dolu. Yanımda ayakta duran adam 70’li yaşlarda. Hafif kilolu adamın sağ kolu kırık olmalı ki alçıya alınıp boynuna asılmış. Sol eliyle metronun tutamağına tutunmaya çalışıyor.
Koltukta oturan genç, yaşlı adamı görmüyor bile. Telefonuna adeta gömülmüş vaziyette. Sanırsınız ki telefonuyla şirket yönetiyor.
Tabi adama kimse yer vermedi.
Üç durak sonra nerde ise adamın kırılmış kolu yeniden kırılacaktı. Adam yere kapaklanmaktan son anda kurtuldu. Zar zor ayakta durdu.
Bu durumda bile kimse kalkıp yaşlı adama yer vermedi.
Bir hanımefendi durumu fark edip yer vermek istedi. Belki gençlere örnek olur dedim ama olmadı. Bir metre önümde cereyan eden olay; toplumun ahlaki çöküntü içinde olduğu gerçeğini gözler önüne koyuyordu.
* * *
ABD’den gelen bir misafirimle öğle namazı için Çamlıca camiine gittik. Namaz çıkışı ayakkabılarımı bıraktığım 067 nolu ayakkabılıkta bulamadım. Etraflıca her yere baktım. Neredeyse tüm ayakkabılıkları dolaştım. Olabilecek her yere göz gezdirdim, yoktu. Söylemesi zor ama gerçek şu ki camide ayakkabılarım çalınmıştı. Camide çalınmıştı.
Aman Allah’ım! Söylemesi bile korkunç.
Camide…
Yanlışlıkla alınmıştır diyecektim ama yerinde hiç ayakkabı yoktu. Neyse olan oldu deyip ayaklarıma naylon poşet geçirip çıktım. Ana caddeye kadar taksi ile gelip meşhur marka spor ayakkabı satan mağazaya girdim.
Fiyatlar resmen uçmuş. İki sene evvel aynı ayakkabıyı aldığım fiyatın tam dört katı fiyatla karşılaştım. Hemen hemen tüm ayakkabılarda, yok artık! denecek etiketler vardı.
Ayakkabıları beğenerek alırken, parasını söylenerek ödedim.
– Çok pahalı?
– Öyle demeyin beyefendi bunlar çok kalitelidir.
– Ayakkabı değil sanki mücevher alıyoruz, bu nedir Allah aşkına!
– Bize özel bi durum değil, her şey pahalandı.
Ayakkabılar neredeyse ev kirası kadar.
Oracıkta giyip mağazadan çıktım. Ne de olsa kaliteli, üç dört sene giyerim, diyerek kendimi teselli ettim.
Aradan on gün geçti. Sadece 10 (on) gün. Ayakkabıların iç astarları yırtıldı. Dışı ile içi arasına konulan süngerler dışarı fırladı. Olamaz, bu kadar çabuk yıpranamazdı.
Şaşkınlığım kızgınlığa dönüştü. Nasıl olur? bu kadar kısa sürede nasıl yırtılırdı. Kendi kendime söylenip duruyordum. Bi arkadaş bana dostane bir hatırlatmada bulundu.
– Hocam meşhur bir markadan almışsın, mağazaya geri götür, kesin değişirler.
Kaliteli olduğu için çok para vererek aldığım ayakkabılar maalesef çürük çıkmıştı. İade etmek üzere mağazaya geri gittim.
Tüm ısrarlarıma rağmen ayakkabıları yenisi ile değiştirmediler, geri almadılar. Bana son derece kuru ve soğuk şekilde aynı cevabı tekrarladılar:
– Kullanıcı hatası.
– Ayakkabıları giyip kaldırımda yürüdüm. Spor ayakkabısı olmasına rağmen koşmadım bile. Zaten 60 yaşında adam spor ayakkabısıyla ne yapabilir ki? Sadece yürüdüm.
– Yanlış kullanmışsınız.
– Yürümese miydim? Yani ayakkabıları ayağıma giymeyip de boynuma mı dolamalıydım. Nasıl yanlış kullanmış olabilirim ki?
– Beyefendi kullanım hatası yapmışsınız.
– Kullanarak hata yapmışım öyle mi?
* * *
Şehrin en işlek caddesinde, koskoca tabelası olan mağaza sahibine derdimi anlatamayınca, bir çift ayakkabı daha aldım.
Yeni aldığım ayakkabıları kullanmamaya karar verdim. Kullanım hatası olmasın diye artık ayakkabıları ayağımın altına değil başım üstünde taşımaya karar verdim.
Bozulan ekonomik durumun insanların psikolojisini, ahlaki kalitesini bozduğunu düşünüp tüketici haklarına dava etmekten vaz geçtim.
Bozulan ekonomi bir iki yılda düzelebilir. Tekrar kaliteli ayakkabı üretilebilir. Kaybedilen paralar tekrar kazanılabilir. Onun cevabını ekonomistler daha doğru verir.
Bir eğitimci ve araştırmacı yazar olarak benim gördüğüm;
Kaybımızın para ile ödenmeyecek kadar büyük olduğudur.
Kaybolan sevgi ve saygı, yok edilen esnaf kültürü, yitirilen güven duygusu, ve maalesef bozulan toplum ahlakı çok zor düzelir.
H. İbrahim ÇORAKLI
Ümraniye/ İstanbul
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.