Beşiktaş escort Etiler escort Nişantaşı escort
28 Mayıs 2023 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
19,9210
21,3708
1.248,57
01 Mayıs 2023 Pazartesi
Hey gidi günler hey!
Neler gördük neler yaşadık…
O kadar kanaatkar, soylu bir milletiz ki biz, en kötü zamanlarımızda bile tevekkül eder mutlu olmaya çalışırdık…
Bunun sırrı da, hiçbir Avrupalının, gayrimüslimin anlayamayacağı iman dolu göğsümüzdür…
Seccademize alnımızı her koyduğumuzda, itikadımız daha da güçlenir, Yaradan’ımıza sığınırız biz…
Bir zamanlar…
Çeşmelerimiz vardı, suyumuz yoktu.
Lambalarımız vardı, elektriğimiz yoktu.
Ne yeterli hastane vardı, ne ambulansı, ne doktoru, ne hemşiresi…
Hiçbiri yeterli değildi…
Tabiri caizse;
(Teşbihte hata olmaz)
Sağlam giren hasta çıkar, hasta giren ölür çıkardı…
Ya da çıkamazdı.
İhtiyacımız olduğunda; “olmaz olsun” dedirtecek durumlar vardı.
Ne lavabosu kullanılırdı, ne çöp kutusu…
Pislik içindeydi çünkü!
Ne temizlik vardı, ne hijyen!
Ne serum vardı, ne yeterli ilaç.
Paran varsa alır, yoksa Allah’a yalvarırdın…
Hastan vefat ettiğinde paran yoksa rehin alınır, cenazen bile verilmezdi!
Müdürü o kadar liyakatsizdi ki,
SSK battı!
Uçağa binmek lüks idi, otobüsle gitsen işkence!
Bazı yollardan geçerken korkudan gözlerimizi kapatırdık. Dardı, uçurumdu, alternatif yol yoktu…
Avrupa her türlü gelişiyor, güçleniyor, biz bir arpa yol alamıyorduk…
Onları hayranlıkla izler, “biz de bir gün böyle olur muyuz acaba?
Yok canım…
Nerdeee…” der, boynumuzu bükerdik…
Terör kendine alan açmış, her gün farklı yerlerde canlı/cansız bombalar patlıyor, günde üç, beş şehit veriyorduk…
Hain içerde olunca kapı kilit tutmuyordu çünkü!
Sonra bir akıl geldi, akıllar durdu…
Olmaz denilen ne varsa oldu!
Yapamazsın dedikleri her şeyi fazlası ile yaptı!
İlk önce demokrasi kelimesi anlamını buldu..
Sonra;
Dağlar, yollar yarıldı sular geldi…
Elektrik kesilmeleri son buldu..
Uçağa binmeyen kalmadı.
Köprüler, yollar, okullar, havalimanları, hastaneler yapıldı; ultra lüks!
Ambulans uçaklar dünyanın her yerinden vatandaşına hizmet veriyor…
Çiftçinin, işçinin, memurun, emeklinin yüzü güler oldu!
Hiç kimse doktora, ilaca para ödemez, şükreder oldu!
Yerli ve milli İhalar, SİHA’lar, helikopter, HÜRJET, KIZILELMA, tank, otomobil, Togg, batarya üretim kampüsü, teknoloji şirketleri, hızlı tren, sismik gemi, TCG Anadolu, Akkuyu Nükleer Güç santrali, satırlara sığmayacak kadar kazanımlarımız oldu…
Her şey o kadar güzel oldu ki; kendi engelli çocuğuna, yaşlı anne, babasına bakması için bile anneye-evlada maaş bağlandı…
Evi olmayanın evi, arabası olmayanın arabası oldu…
Terör, sınır dışına çekilip kökü kazındı..
Şehit haberleri operasyonlarda bile azalmıştı…
Libya dedi!
Kıbrıs dedi!
Azerbaycan dedi!
Mavi Vatan dedi!
Türk Birliği dedi!
İslam Birliği dedi!
Elinin kolunun yetmediği, dokunmadığı ülke kalmadı…
Türkiye’nin hakkı, hukuku olan her yerde “One Minute” deyip, istikrardan ödün vermedi…
Mandacılığa son vermek için istiklal ve istikbal mücadelesi verdi, veriyor…
Terör, yaptırımları, gezi olayları, darbe girişimi, pandemi, Ukrayna-Rusya savaşı, küresel krizler v.b.; hiçbiri onu durduramıyordu…
Dünyayı etkileyen Rusya-Ukrayna Savaşında bile stratejik hamlelerle tahıl koridorlarının açılmasına vesile oldu…
Küresel güçler Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra ilk kez söz geçiremediği bir Türk lider tanıdı…
Yurt içinde de, yurt dışında da Türklere özgüven geldi; alnı açık, başı dik yürür oldu!
En büyük devrimci oydu…
Çünkü devrimlerin en büyüğünü yaptı!
“Oluyormuş” dedi millet!
Haykırırcasına!
“Demek ki olabiliyormuş, biz de isteyince yapabiliyormuşuz.”
Millet onu istiyor,
O da her seçim rakiplerine fark atıyordu…
Yendikçe çalışıyor, çalıştıkça yeniyordu…
İnsanımız konforu görüp, “insanca” yaşamaya başlayınca sordu:
“20 yılda bu kadar olabiliyorsa, geride kalan 80 yılda neden olmadı?”
“O kadar vergi verdik, o vergiler ne oldu?”
Peki kimdi bu kurtarıcı kahraman?
Ezilenlerin gür sesi
Suskun dünyanın hür sesi
Göründüğü gibi olan
Gücünü milletten alan
Recep Tayyip Erdoğan
O bir dünya lideri…
Ama daha yapacağı çok işler var…
Aslında onun bize değil, bizim ona ihtiyacımız var…
Bizim ona vefa borcumuz, müteşekkir bir de oyumuz var.
Feda olsun…
Teşekkür ediyoruz Reis
Yıllardır ne uyku bildin, ne eş, ne evlat, ne torun…
Kendini milletine adadın…
Hakkın ödenmez…
Biz senden razıyız,
Allah da senden razı olsun…
Ne güzel der üstat:
Beden ölür, çürür, cana bakın siz.
Kim kiminle yürür, ona bakın siz.
Bırakın dönsün dönme dolaplar.
Haktan hakikatten yana bakın siz.
Bu seçim de ;
TÜRKİYE YÜZYILI’nda
İstiklalin 100. Yılında
Bir kere daha
RECEP TAYYİP ERDOĞAN
diyeceğiz!
Üç ay evveldi…
İçişleri Bakanlığı ve AFAD Başkanlığı Koordinasyon merkezli Türkiye geneli 81 ilde eş zamanlı deprem anı,
Çök-Kapan-Tutun tatbikatı yapılmıştı.
Sosyal medyada gündem ve ciddiye almayanlar da olmuştu…
Ama devletimiz olası herhangi bir durum için hazırlığını yapmıştı…
06.02.2023 de Kahramanmaraş merkezli 7,8 ve 7,6 büyüklüğünde, derinliği 7km olan, 10 (+1 Elazığ) büyük şehirde iki ayrı yıkıcı deprem olacağını bilmeden…
Jeologlardan olacağına dair açıklamalar vardı fakat ne zaman olacağı bilinmiyordu…
Ancak hiç kimse bu kadar geniş kapsamlı, yıkıcı ve dâhi ikinci bir depremin olacağını öngörememişti.
5,5/6 şiddetinde artçılar da azımsanmayacak kadar çoktu…
Bütün yer bilimciler bunun şaşkınlığını yaşıyor dersek yanlış olmaz diye düşünüyorum…
Görevli ekiplerden kimileri enkazın altında kaldı, kimi kendi evinin, ailesinin yardımına koştu…
Ekipler tekrar koordine olmak zorunda kaldı. Amma velakin, yollar yarıldı, dağlardan yollara kayalar yuvarlandı, köprüler yıkıldı, trafik kilitlendi, demir yollarının rayları kaydı, hava şartlarından dolayı uçaklar inemedi, v.b akla hayale gelemeyecek olaylar oldu…
Cumhurbaşkanı 4.seviye uluslararası alarm verdi…
Bütün bu olumsuzluklara rağmen devletin bütün kurumları, askeri, gönüllüleri, stk’ları, olabilecek en kısa zamanda depremzedelere ulaşmayı başardı…
Eşzamanlı İskenderun Limanı’nda yangın çıktı, Mersin de deniz seviyesi yükseldi, ev ve işyerlerini su bastı
Yabancı ve kardeş ülkeler yardıma koştu…
Her bir birey için ayrı bir ambulans, uçak ambulansı şehir içi ve şehir dışına yaralı taşıdı…
Yeryüzünün en yıkıcı depremi, yüzyılın depremi olarak ifade edilen bu deprem, deprem ötesi bir şey idi..
Yer yerinden oynadı, üç metre (+) kaydı
Yer yarıldı ve hepimiz içine girdik…
Hepimiz enkazın altındaydık…
Hepimiz “sesimi duyan var mı?” diye seslendik.
Hepimiz yardıma koştuk…
Hepimizin canı acıdı, ağladık, ağlıyoruz günlerdir…
Enkazların altında kalan da bizdik, kurtarılan da yaraları saran da…
Biz öyle necip bir milletiz ki; “BİR” olduk mu üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir zorluk yoktur evvel allah…
Rabbim emeği geçen herkesten razı olsun, ve bir daha böyle bir âfet yaşatmasın inşallah…
Vefat edenlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum…
“Ey kalbim!
Ey suları usul usul yükselen gizli deniz.
İçimiz damar damar parçalansa da
Dışımız lal gibi sessiz” der İsmet Özel.
Böyleyiz bu aralar…
Zamana ihtiyacımız var…
Yaralarımız kabuk bağlayacak ama unutmayacağız…
Unutursak Ölürüz!
Ak Partili yetkililerin HDP ziyareti, davasına yürekten bağlı olan herkeste ciddi rahatsızlık uyandırdı.
Başörtüsü yasası için görüşüldüğü söylenen bu ziyaret ve servis edilen fotoğraf bende de soru işaretleri oluşturdu.
Çünkü HDP, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yasadan ilk bahsettiğinde zaten “meclise gelir ise biz onaylarız” demiş idi…
Şayet bu görüşme yaklaşan seçim için HDP’ye bir nevî göz kırpma ise;
ASLA kabûl/tasvip edilemez!
PKK bir terör örgütü, HDP de onun siyasi ayağıdır!
Mecliste bile terör propagandası yaptıkları için haklarında dava açılan milletvekilleri varken…
Çocuklarının dağa kaçırıldığı için HDP binası önünde nöbet tutan anneler varken…
Millet ittifakına işbirliği yapıyor diye kızan biz değil miyiz?
Finlandiya ve İsveç’e ” PKK/PYD ve uzantıları ile arana mesafe koy” diyen biz değil miyiz?
Çözüm sürecinde yapılan birtakım hataların hâla muhatabı olan biz değil miyiz?
“Ne oldu şimdi?” diye soranlara ne cevap vereceğiz?
Bu görüşme HDP’ye yaklaşmak için ise, seçmen nazarından da uzaklaşmayı göze almak gerekir…
Elde edilecek birkaç oy için bu risk alınmamalı…
Zira gelen mevcut olanı eksiltir!
Başımızı öne, yüreğimizi dara düşürür…
Gündemimizde dünyaya damga vuran “Türkiye Yüzyılı” TOGG gibi devâsa projelerimiz, başımızda Recep Tayyip Erdoğan gibi dünyanın konuştuğu bir Cumhurbaşkanı varken bu tür hareketlerle gölge düşürmenin lüzumu yoktur.
Mehtap Toygun Aktüre
Kimlik siyaseti yerine birlik siyaseti…
Kutuplaştırma siyaseti yerine bütünleştirme siyaseti…
İnkâr siyaseti yerine kucaklama siyaseti…
Tahakküm siyaseti yerine özgürlük siyaseti…
Nefret siyaseti yerine sevgi siyaseti…
Toplumun her kesiminin davet edildiği Ak Partinin “Türkiye Yüzyılı” vizyon programı büyük yankı uyandırıp gündeme damgasını vurdu…
Uzun zamandan beri bazı konulardan dolayı eleştiri alan ve bu yüzden az da olsa oy kaybı yaşayan Ak Parti, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni bir hamlesi ile yeni bir umut ışığı yaktı..
Türkiye’nin her kesimini kucaklayıcı konuşmasında; birlik, beraberlik, kardeşlik, şefkat, barış gibi değerlere vurgu yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan “Yarın değil, hemen şimdi” sloganıyla büyük bir coşku, büyük bir heyecan yaratarak seçim startını da vermiş oldu…
6’lı muhalefet masası ise kazanmaları halinde ülkeyi nasıl yöneteceklerine dair hâla ne bir açıklama, ne de bir aday gösteremedi…
Yahu adama sormazlar mı; bir yıldır 6+1 ne yapıyorsunuz!?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a rakip olabilecek birini bulmaları zor gibi görünüyor…
Zira 20 yıldır nev-i şahsına münhasır her hali ve icraatları ile milletinin gönlüne taht kurmuş bir siyasi duayen var karşılarında…
Türkiye Yüzyılı Vizyon Programı akabinde 29 Ekim Cumhuriyetimizin 99. Yılının kutlandığı gün Toog Teknoloji Kampüsü törenle açıldı..
Türkiye’nin medar-ı iftiharı
TOGG seri üretim bandından inerek cumhuriyetimizin yeni yüzyılını taçlandırdı…
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ABD’li General Harbour’a verdiği bir yanıtta şöyle der:
“Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını korumak için, düşünülebilen girişim ve özveriyi yaptıktan sonra mutlaka başarır. Ya başaramazsa demek, o ulusu ölmüş saymak demektir. Öyle ise, ulus yaşadıkça ve özverili girişimlerini sürdürdükçe başarısızlık söz konusu olamaz.”
Buna mukabil R.T. Erdoğan her zaman her platformda; “yaptık, yapıyoruz, yapacağız” diyerek ilkeli bir duruş sergilerken Atatürk’ün partisi olan CHP ise bunun tam tersi bir politika izleyerek yıllardır yapılan projelere engel olmak için “yapamazsınız, yaptırmayız, yıkacağız….”
Diyen söylem ve eylemlerinde istikrarı elden bırakmayıp, 60 yıl sonra Türkiye’nin kazandığı yerli ve milli markamız, bir otomobilden daha fazlası; Yeni akıllı yaşam alanı olarak ifade edilen TOGG’u da itibarsızlaştırmak için söylemedikleri söz kalmadı…
Muhalefet olmak başka, Milli olmak başkadır oysa…
Sırf bu yüzden iktidar olamadıklarını söylemek yanlış olmaz sanırım…
Gelecek ne getirecek bekleyip göreceğiz…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın azmi, iradesi, kâbiliyeti ve vizyonu ile üretilen Türkiye’nin ilk yerli ve milli otomobili TOGG dünya basınına da damgasını vurup adından söz ettirdi…
Üretim çoğaldıkça Avrupa’nın yollarını süsleyeceğini de öngörüyor, ve bunu gururla ifade ediyorum…
Bundan 60 yıl önce üretilen ve o zamanın siyasetçileri tarafından sahiplenmeyip üstü kapatılan Devrim’in de sergilendiği Programda, TOGG’un vefası büyük alkış topladı…
Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Devrim otomobilini engelleyenler Devrin otomobili TOGG’u engelleyemeyecekler” diyerek içeriye ve dışarıya meydan okudu…
Bir tarafta kendi aralarında bile hâla anlaşamayan muhalefet, diğer tarafta uluslararası platformda başarılarından söz ettiren, kurulan oyunların bir parçası olan değil, bozup yönlendiricisi pozisyonu alan, yurt içinde ise toplumun her kesimine hitap eden, bir çatı altında toplamak için programlar yapan, icraatları ile toplumda heyecan, sevinç, umut, coşku yaratan bir Ak Parti ve bir lider…
Bu lider, öyle bir lider ki; bir genel başkan vasfı yanısıra, vizyon ve misyonu ile nâmı sınırları aşmış bir lider…
Recep Tayyip Erdoğan…
“Türkiye Yüzyılı”
“Yarın Değil Hemen Şimdi”
“Bir Olalım
İri olalım
Diri olalım
Biz yeter ki hep birlikte TÜRKİYE olalım
Allah’ın izniyle aşamayacağımız engel yoktur…”
Mehtap Toygun AKTÜRE
“AŞK” denince çoğumuzun, özellikle de annelerin (burada biraz pozitif ayrımcılık yapmam gerekiyor) aklına çocukları geliyor desem hemfikir oluruz zannımca.
Bu öyle bir aşktır ki, hiçbir karşılık beklemeksizin sever,
giymez giydirir,
yemez yedirir,
korur kollarız bütün kötülüklerden…
Kaç yaşına gelirlerse gelsinler, hep çocukturlar gözümüzde.
Ama aynı zamanda büyümeleri için de sabırsızlanan yine bizlerizdir…
Sorumluluk bilincini aşılamak için daha küçücük yaşlarında yapabilecekleri işler vermemizi önerir psikologlar. Gel görelim çoğumuz kıyamaz; “ama daha çok küçük, biraz daha büyüsün” der, büyüdüğünde de alışkanlık kazanamayan çocuktan şikayetçi olan yine bizler oluruz…
Zaman zaman kızıp; “büyüdün artık, her şeyi bana sorma, araştır, oku, kendin karar ver” der, kendi kararlarını alan çocuklarımıza da, müdahale edip; tecrübeden, yaştan, yanlıştan bahsederiz…
Ah biz ebeveynler!
Anlamakta zorlanıyoruz sanırım onların artık inisiyatif alabilecek, kendi kararlarını verebilecek birer yetişkin olduklarını…
-bize göre- yanlış, -bize göre- eksik, hatalı kusurlu anlamsız düşüncelerine bile aslında varoluşsal anlamda saygı duymak zorundayız.
Çocuklara iyi ve kötü ile ilgili ahlaki düşünme becerisini zaten çok küçük yaşlarında aşılamıyor muyuz?
Onlarda bulduğumuz yanlışlarda aslında kendimizi görmüş olduğumuzu düşünebilir miyiz?
Rahatsız olduğumuz durumun daha fazlası bizde olabilir mi?
Biraz düşünelim mi, ne dersiniz?
Elbette ki fikirlerimizi söylemeli, -bize göre- doğruya yönlendirmeliyiz ama, yaşamlarını idame edecekleri, tercih ettikleri her konu/kararda, onlara motivasyon ve ilham kaynağı olmamız çocuklarımıza güç verecek ve başarı kalitesini arttıracaktır…
Bir başka açıdan ise; bakabiliyorsan gör, görebiliyorsan fark et, öğretisini aşılamaya çalışıp bazen de içlerindeki ışıltıya kulak kesilmelerini fark ettirir isek, kim bilir; belki de kubbede hoş bir seda bırakabilirler…
Aslında hayatımızın her bölümünde bir şeylere şartlandırılıyoruz. Okula git, iyi bir yer kazan, kaliteli bir üniversite ve prestijli bir iş…
“Güzel ve sağlam köklü” meslekler
Ânı yaşamak yerine bize dayatılan sisteme boyun eğiyoruz.
– Gelenek
– Onur
– Disiplin
– Mükemmellik
Peki ya çocukların isteklerini ve hayallerini düşünüyor muyuz?
Çocuklar, aileleri ve bazen de öğretmenleri aracılığıyla istekleri dışında bir kalıba sokuluyorlar ve istemedikleri bir hayata zorlanıyorlar.
Sonra belki başarılı, ancak mutsuz insanlar oluyor.
“Carpe diem” diye fısıldadı Bay Keating.
N.H.Kleinbaum’un “Ölü Ozanlar Derneği” kitabına konu olan, yeni İngiliz edebiyat hocası Bay Keating.
Zamanın Welton Akademisi dönem birincisi, rüştünü ispatlamış, idealist bir öğretmenin
öğrencilerine farkındalık yaratmak için söylediği manidar söz…
“Carpe diem”
“Anı yaşayın hayatlarınızı olağanüstü kılın “
Sanırım birçok kişi bunu sadece bugün yaşayıp yarını hiç düşünmeden amaçsız yaşamak olarak anlıyor ama benim anladığım bu değil.
Bana göre; anı yaşamak, ne istediğini bilip bunun için sınırları zorlamak, sana dayatılan mükemmeliyetçiliği kenara itip sevdiğin, çok istediğin şeyi yaparak mükemmel olmaktır…
Tıpkı Tolstoy’un dediği gibi “bir yabancı şehre gelir ve bu güzel hikaye böyle başlar.”
Sanırım hayatta en büyük şans, küçükken iyi bir öğretmene rastlamaktır…
Sağlam bir irade, belirlenmiş bir hedef, yenilmez bir azim, her şeyi başarabilir.
Sonra İnanarak, güvenerek, sabrederek sonucu beklemek…
Yağan yağmur bile anında yeşertmiyor ki toprağı. Bir-iki hafta sonra yeşermeye başlıyor, değil mi.
Hayatımızın aşkı çocuklarımızı bir kalıba sokmak yerine onların olmak istedikleri şeyleri fark etmelerini sağlasak daha güzel, daha verimli, daha mutlu, sevgi dolu olurlar düşüncesindeyim.
Küçük, büyük hepimizin yaşama, kendini tanımlama, kanıtlama ve değerli kılma hakkı vardır.
İster özel hayatımız, ister akademik kariyer, hayatımızın hangi alanında olursa olsun, özgün, özgür, mutlu ve başarılı olmak için kalıplaşmış yüz yıllık gelenek müktesebata ihtiyacımız yoktur aslında.
İhtiyacımız olan sadece İrade, hırs ve zekadır!
Bazen hayatı biraz da akışına bırakmak mı gerekir acaba?
Yol almak için koşmak değil, durmak da gerekir ya bazen…
Durmak, dinlenmek, düşünmek…
Sonuçta bir gün gelecek ve;
“Ben bu hayattan aldım payımı gidiyorum” şarkısını söyleyeceğiz.
“Öyleyse gidenin de, kalanın da gönlü hoş olsun” der, Serseri filminde Sadri Alışık.
Ruhu şâd olsun.
O hâlde soruyorum sizlere:
Şu hayat koşturmacasında, sizin ardınızda bırakacağınız mısra ne olacak sevgili okur?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.