Beşiktaş escort Etiler escort Nişantaşı escort
Sancaktepe escort Zeytinburnu escort Antalya escort Ankara escort Avrupa yakası escort Denizli escort Kocaeli escort Merter escort Nişantaşo escort Levent escort Çapa escort Etiler escort Mecidiyeköy escort Taksim escort Beşiktaş escort Bakırköy escort Bahçeşehir escort Esenyurt escort Avcılar escort Avrupa yakası escort bayan Beykoz escort Üsküdar escort Göztepe escort Erenköy escort Suadiye escort Kurtköy escort Tuzla escort Bostancı escort Ümraniye escort Pendik escort Kadıköy escort Kartal escort Ataşehir escort Anadolu yakası escort Bodrum escort Konya escort Muğla escort Malatya escort Gaziantep escort Eskişehir escort Ankara escort İstanbul escort Kayseri escort Adana escort Şirinevler escort Halkalı escort Marmaris escort Fethiye escort Sarıyer escort Maltepe escort Fatih escort Çekmeköy escort Beylikdüzü escort Başakşehir escort Ataköy escort Alanya escort Samsun escort Muğla escort İzmir escort Diyarbakır escort Bursa escort Antalya escort İstanbul escort Göztepe escort Gaziantep escort Adana escort Adana escort Anadolu yakası escort Ankara escort İstanbul escort Ataşehir escort Avcılar escort Avrupa yakası escort Bağcılar escort Bahçeşehir escort Bahçeşehir escort Beşiktaş escort Beykoz escort Bodrum escort Bostancı escort Bursa escort Eskişehir escort Gaziosmanpaşa escort Kadıköy escort Kartal escort Kocaeli escort Konya escort Konya escort Konya escort bayan Malatya escort Pendik escort Şirinevler escort Taksim escort Ümraniye escort Adana escort Antalya escort Bursa escort İzmir escort Bodrum escort Eskişehir escort Konya escort İzmir escort Beylikdüzü escort Kayseri escort İzmir escort Pendik escort Eskişehir escort İstanbul escort escort Fatih escort Antalya escort escort bayan Samsun escort İstanbul escort Bursa escort Antalya escort bayan Antalya bayan escort Antalya escortlar Adana escort Bursa escort İzmir escort Diyarbakır escort Maltepe escort Çekmeköy escort Beylikdüzü escort Şirinevler escort Ataköy escort Halkalı escort İstanbul escort Şişli escort Kayseri escort Antalya escort Mersin escort Mersin escort Mersin escort Şişli escort Mersin escort Kayseri escort
05 Eylül 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
34,0188
37,8025
2.733,24
07 Aralık 2021 Salı
Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla
İşte bu benim film tarzım. Uçan adamlar, dünyanın en güçlü robotları, yapay zekalı muhteşem bilgisayarlar hatta kıyameti getirecek süper sonic teknolojiler. Bir kaç tanesi hariç hepsinin temelinde şu sentez çıkmakta. Hepsi ademoğlunun eseri. Kendimizi bir SON’a mı götürüyoruz yoksa sondan başa mı geliyoruz diye de hep bir sorgulama içerisindeyim.
Gizemli canlılar yada başka bir deyişle laboratuar ortamında üretilmiş süper güçler her zaman ilgimi çekmiştir. İzlediğim filmlerin sonunda her zaman bir acaba kalıyor aklımda
Hadi konuyu derinleştirelim. Önce bir kaç örnek ile ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım.
Fıtrat olarak ademoğlu, gözünün görmediği şeyleri hayal edemez. Eğer hayal edebilseydi, yaratma (yoktan var edebilme) özelliği olurdu. HAŞA… Bu sıfat sadece Allah C.C. mahsustur
Demek ki insanoğlunun kısıtlı olan beyni bir yere kadar çalışıyor. Peki Yaratma sıfatı eksik olan insanoğlu bu hayal gücünü nereden alıyor.
Tabi ki modellediği örneklerden. Mesela bir kurt adam, insan ile kurtun bir karışımı olarak canlandırılmıştır. Yada bir vampir, yarasa ile insanın…
Ölümsüzlük ise teknik olarak modellenmiş hiçbir olağanüstü varlıkta yoktur. Yüzlerce yıl yaşayabilen dracula, kalbine saplanan basit ahşap bir kazık ile öldürülebiliyor.
Lucy filmini izleyenleriniz bilirler. Yanlışlıkla Süper zeka olan bayan oyuncu (Scarlett Johansson) filmin sonunda kendini flash disk benzeri saçma bir harici belleğe dönüştürür. Aslında kurgunun temelinde insanın tanrısallıştırılması (HAŞA) vardır. Son replikte bu konu şu şekilde işlenir. Lucy’e nerdesin diye sorduklarında “Her Yerdeyim” cevabını alırlar…
İnsanoğlu her zaman tanrısal güçlerin cazibesine kapılmış ve beyaz perdeye aktarırken bunu yine insan modeli üzerinden tasavvur etmiştir. Kimse tanrısını bir “Canavar” yada “Uzaylı bir tür olarak” yansıtamıyor. Çünkü elle tutulur bir TANRI modeli şekillendiremiyor hayal dünyasında. Her zaman en yakışıklı olan biri “İYİ”, ortalama çirkin veya çok çirkin olan biri “KÖTÜ” olarak lanse ediliyor.
Aslında bunlardan en meşhuru İngiliz yapımı olan “Doctor Who” modelidir. Sözüm ona “Zaman Lordu” olan ve kendine Doktor diye hitap edilen biri, sürekli dünyayı uzaylıların istilasından kurtararak hayatın idamesini devam ettirmeyi başarıyor. Ölümüne ise rejenerasyon adı verilmiş. Bir organı kopsa rejenerasyon enerjisi ile tekrar yerine getiriyor. 1000 yılda bir, bütün vücudu tamamen değişip bazen kadın bazen erkek bazende bir yaratık formuna dönüşüyor. Yaratık formu hali, 30 yıl gibi süren dizide henüz işlenmedi. Çünkü kimse bir canavar modelinin süper güç olmasını kabul edemez…
Ve tabi ki ölümsüzlük. İnsanoğlunun bitmek bilmeyen yaşam arzusunu, ekrana bazen bir ölünün dirilmesi, bazen supernatural (Doğa ÜSTÜ) ya da tanrının bir lütfu olarak veriliyor.
Bu minvalde baktığımızda asla BİLİM diyemeyiz. Tamamen KURGU‘dan ibaret görünüyor.
Ancak her kurgunun da bilimsel bir temele dayanması gerekiyor. Birebir örtüşmeyebilir. Yani değiştirilmiş veya o duruma göre dizayn edilmiştir…
Eğer buraya kadar okuduysanız eminim devamını okuyacaksınız..
Canlandırılmış her olağanüstü model, birileri tarafından mutlaka denenmiştir. Örneğin uçan adam modeli olan SÜPERMEN. Bizim tarihimizde ve dünya tarihinde bir çok araştırmacı bilim adamı uçmayı denemiş, kısa mesafeli uçuşlarda başarılı da olmuşlardır. SÜPERMEN’in kas gücü, gözlerinden çıkan lazer ise uçan insana sonradan eklenmiş ve kahraman haline getirilmiş.
Hitler dönemi ALMANYA’sında, yeraltında kurulan laboratuvarlarda insanlar üzerinde yapılmış olduğu söylenen bir çok deneylerden bahsedilir. Gerçekliği henüz net olarak ispatlanamamış olsa da, sadece bir aforizma olarak ortaya atılamayacağını düşünmekteyim. O laboratuvarlarda ne araştırması yapıldığı hala daha gizemini korumaktadır. Ya bize anlatılmayan ve hakikaten insanlık için çok büyük ayıp olan şeyler yapılmış ya da bir kısmında başarılı olunsa da bir şekilde örtbas edilmiştir. Kısa bir araştırma ile ulaşabilirsiniz.
Biraz daha geriye gidelim
Halen daha gizemini koruyan, nasıl yapıldığı konusunda net bir ifade ortaya konulamayan, efsanevi büyük ve gizemli yapılar. Firavun mezarları olarak söylense de iç yapısı, dış yapısı ve duvarlarındaki hiyeroglifler ile bir çok gizeme sahip. Bunlardan bir tanesinde hiyeroglif olarak çizilmiş ufo, helikopter vb. araçlar mevcut. Peki hayal dünyası ve beyin yapısı, görme ve algıya bağlı olan insanoğlu bu çizimleri hangi modelden uyarlayarak yapmış olabilir. Birilerinin bu araçları görmüş, görmüş olduğu modelden esinlenerek çizmiş olması olasılığı kuvvetli ihtimaller arasında.
İşte kitap burada başlıyor.
Dünya belki de çok büyük bir medeniyetten gelme olabilir mi?
Günümüzde bize teknolojik ilerleme olarak verilen ürünler, bizden çok önceleri yaşamış bir medeniyetin geldiği noktada olabilir mi?
Daha önce “DİGİTAL BİR KIYAMET” yaşanmış olabilir mi?
Bu dünya kaçıncı Dünya?
Nobel kimya ödüllü Pierre Curie’nin şu (Eşi Marie Curie söylemiş diye kaynaklarda mevcut) meşhur sözünü bilmeyeniniz kalmadı sanırım.
“Müslüman Endülüsten Bize 30 Kitap Kaldı, Biz Atomu Parçalayabildik. Şayet Yakılan Bir Milyon Kitaptan Yarısı Kalsaydı Şu an Galaksiler Arası Seyahat Ediyorduk”
Müslüman Endülüs’ün bilimsel olarak nereye geldiğini bir türlü bilemiyoruz. Belki de en üst seviyeye geldiler (En üst seviye neresidir bilemem) belki de onlar bu seyahatleri yapıyorlardı. Hatta şu an belki de galaksinin bir köşesinde küçük ziyaretler yaparak arada bir kendilerini gösteriyorlar.
Uzayda yaşam var mıdır? Bilmiyorum. Ancak ucu bucağı olmayan galaksinin, uzayın, hiç bir amacı olmaksızın yaratılmadığına çokça eminim. Hatta bu büyüklükteki galaksi neden sadece dünyanın ve insanın emrine verilsin ki.
18 bin alemin MUSTAFA’SI, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed S.A.V.’in Miraç mucizesini incelemeye çalışalım.
Rivayete göre Hz Muhammed S.A.V. gece vakti Kâbe’den alınıp Burak/Buğra adı verilen katır/at üstünde Mescid-i Aksa’ya götürülmüş, Burak’ı Beytül Makdis’in (Süleyman Mabedi) kalıntılarının güneybatı duvarına bağlamıştır. Hz Muhammed sırasıyla eski Aksa denen bugünkü el-Aksa Camiinin altındaki yerden Mescid-i Aksa alanına girmiş, oradan Kubbet-üs-sahra’nın bulunduğu alana geçmiş ve orada İsa, Musa, Zekeriya (ALLAH C.C. hepsinden Razı olsun) peygamberlerle buluşmuştur. Günümüzde Nebi Minberi’nin bulunduğu alanda bütün peygamberlere namaz kıldırmış, oradan da Miraç Minberi’nin bulunduğu alandan göğe yükselmiştir.
Allah-u Teala (C.C.) bu hadiseyi kendi izzeti ve hikmeti ile zuhur ettirmiştir. Bundan asla şüphemiz yok. Bir hadise göre Miraç hadisesi bir “an” içinde olmuştur. Peygamber Efendimiz S.A.V. bu konuyla ilgili “Yatağıma döndüğümde hala sıcaktı” beyanı ile bizim zaman dilimimizde ne kadar kısa bir “an”a denk geldiğini anlamaktayız.
Demek ki “zaman olgusu” içinde bile bir farklı işleyen “zaman” olgusu var. İslamiyet’in temel olarak bu konuya Endülüs Müslümanları döneminde epey bir yaklaşmış olduğunu ve belki de başardıklarını, Pierre Curie’nin sözlerinden çıkarabiliriz.
Fatiha süresine başlarken “Elhamdülillahi Rabbil Alemiyn” deriz yani “Alemlerin Rabbi olan Allah’a C.C. hamd olsun.”
Bu alemler hangileridir diye her zaman merak etmişimdir.
Mesela bitkiler bir alem, hayvanlar bir alem, insanlar bir alem, gök cisimleri bir alem, mikroskobik canlılar bir alem, doğa bir alem ….. gibi arttırabilir. İç içe sınıflandırdığımızda daha çok alem çıkarabiliriz ama 18 bin alem çıkarmak zor zanaat. Yaratılmış bu kadar alem varken, bizim gezegenimizi “bir alem” olarak da değerlendirenler var.
İşte bu gizem yani “varlığın metafizik boyutu“, bilimsel ve fiziksel olarak kanıtlanamayan bir alemde bile olabiliriz.
Man in Black-Siyah giyen adamlar filmi 3 devam serisi çekmiş çok eski bir filmdir. İzleyenler bilir. Bir usta ajan ve bir çaylak ajan vardır. Filmde dolapta yaşayan bir grup garip canlı vardır. Kendi yerleşim yerlerini yapmışlar, evleri, arabaları, sosyal faaliyet alanları dahi mevcuttur. Neredeyse bir gezegenin dolaba sığdırılmış hali gibidirler. Dolabın kapağını açan “Gizli ajanı” bir (HAŞA) yaratıcı gibi görmektedirler. Çok uzatmadan sonuna bağlayayım. Çaylak olan artık kendini usta görmeye başlar. Usta ise hiçbirşey bilmediğini söyleyerek bir kapının önüne getirir. Kapıyı açtıklarında devasa boyutlarda “Garip Varlık”ların dolabında olduklarını görürler. Peki bizim alemimiz hangi dolabın kapağının arkasında saklanmaktadır. Kapı ne zaman açılacaktır…
Şu şekilde ifade etmeye çalışayım. Her şeye gücü yeten ALLAH C.C. bizim alemimizi bir atomun içine yerleştirmiş olamaz mı?
Bu açıdan baktığımızda MAN IN BLACK filminin yapımlarının, bu filmi sadece bir kurgulama olarak yaptıklarını düşünebilir misiniz ? Peki bir bilim olarak
Favorilerimden bir tanesi de TERMİNATÖR.
Hadi biraz kafa karıştıralım
TERMİNATÖR
Muhteşem bir aklın ürünü olan bu yapımın ilk çıkış tarihi 1984 senesi. Cep telefonunun icadı 1983, normal analog telefonun yaygınlaşması ise 1960 senesine tekabül etmekte. Öyle ki ilk cep telefonun şarj olması bile 10 saat sürüyordu. Ancak 1984 yılında süper bir robot filmi yapıldı. Kurguda dünyanın sonunu getirecek olan insanın, yapay zekalı robotlar ile arasındaki var olma mücadelesi, insanın harikulade mücadele ruhu ile “dünya benimdir benim kalacak” felsefesi harmanlanmış şekilde verilir.
Dünya cep telefonu ile yeni yeni tanışırken, birileri çoktan yapay zekayı ve robotları keşfetmişti bile. Aslında ilmek ilmek bize işliyorlardı ama biz içeride darbecilerle uğraştığımız için bir yönümüz sürekli eksik kaldı.
Robot ve yapay zeka teknolojisinde çağımızın geldiği nokta belli. En son Suudi Arabistan’da Sophia adlı “Yapay Zeka” teknolojisi ile donatılmış bir robot vatandaşlık aldı. Özellikle Facebook’un kullandığı yapay zekaların kendi dillerini geliştirmesi ve Stephan Hawking’in “Robotlar tehdit oluşturabilir” açıklamasından sonra patlak veren “yapay zekalar dünyayı ele geçirebilir mi? sorusu çok haksız sayılmaz. Çünkü yapay zekaların alternatif dil geliştirmesi, kendi algoritmalarını oluşturması gibi becerileri, insanların geliştirdiklerini beğenmemelerinin ve yetersiz görmelerinin bir sonucu. Kulağa gülünç ve inanması zor geliyor değil mi? İnsan eliyle yapılan hiçbir şeyi yeterli görmeyen ve daha iyisini geliştirebilen bir mekanizma oluşturduk.
Yapay zeka konusunun ilk kez 1984 yapımlı TERMİNATÖR filminde işlendiğini biliyoruz. Yıl 2020. Yani sadece kurgu olma ihtimali yüzde kaçtır, biri bana izah etsin. Aradan geçen 36 senede geldiğimiz nokta. Aslında bu nokta 36 sene önce fark edildi ve bu noktaya geleceğimiz biliniyordu hatta temelleri o zamanlar atıldı. Hem de noktası virgülüne kadar hesaplandı. Peki sinema sektörü bu konuyu perdeye nasıl bu kadar profesyonelce aktarabildi?
Yapay zekaların biraz geliştirildikleri takdirde egemenliği ele geçirmeleri veya geçirmeye çalışmaları çok yüksek bir ihtimaldir.
MUTASYONLAR
Gen mühendisliği her zaman ilgimi çekmiştir. Araştırdığım kadarıyla İngiltere’nin çok gizli laboratuvarlarının birinde kertenkele ile insan DNA’sı karıştırılarak bir form oluşturulmaya çalışılıyor. Bunun asıl nedeni elini-kolunu bir kaza sonucu kaybetmiş kişilerin, kertenkele kuyruğunun koptuğu zaman yeniden çıkması mucizesi üzerinden, kaybedilen uzvun tekrar çıkmasını sağlamak. Spider-man diyeceğim gülmeyin. Orada da tam olarak bu resmedildi. Kolunu kaybeden bir bilim adamı, kertenkele DNA’sını mutasyona uğratarak kendine enjekte etmişti. İlk başta kolu yerine gelen adam daha sonra kertenkele geninin ağır basması ile kertenkele-insan formuna dönüştü. Kendis ide bir araştırma sonucu süper kahraman olan Spider-Man’in ilk piyasaya sürüldüğü tarih 1982. Kertenkele mutasyonunun resmedildiği tarih ise 1990.
İnternetin yaygınlaşmasını bir düşünün. İnternet ilk 1969 yılında bilgisayarların haberleşmesi için keşfedilmiş, 1972 yılında ise ilk e-posta iletişimi sağlanmıştır. Bu tarihten sadece 27 sene önce (1945) atom bombası atılmıştı ve ülkeler savaşlarla birbirlerini bitiriyorlardı. İlginç…
Günümüzde artık telefonlar, buzdolabı, televizyon, fırın gibi ev aletleri hatta evler dahi (Akıllı Ev) İnternet ağı sistemine dahil edilmiştir. Bu seviyeye 50 sene gibi kısa bir zaman diliminde gelindi.
Yakın bir tarihte savaşlar artık robotlar üzerinden yapılacak. Ülkelerin “İNSANSIZ SAVUNMA SİSTEMLERİ” ile ilgili çalışmaları son dönemde epey bir hız kazandı. Sinema sektörü yıllardır bize bunu pompalıyor. Sadece gören gözlerle ve düşünen bir akılla bakmak, biraz araştırma ile gelecekte bizi nelerin bekleyebileceğinin analizini yapmamıza yardımcı olacaktır.
İnternet konusunu biraz daha açalım istiyorum.
Mesela dünyanın en büyük bilgi bankası olması özelliği sadece internette var. Bomba yapımından bilimsel makalelere kadar meşru veya gayri meşru bütün bilgilere erişebilirsiniz. Sadece bu haliyle bile neredeyse bütün dünyayı elinin altında tutuyor gibi bir izlenimi mevcut. Yani aradığınız her ama her şeyi bulabileceğiniz bir dünyadan bahsediyorum.
Hangi amaca isterseniz o amaca hizmet eden bir çalışanınız olduğunu düşünün. Hatta yeri geldiğinde size öneriler sunabilecek, sizin saatlerce uğraşıp yapamadığınız işi çok kısa bir zamanda size sunabilecek, sorduğunuz her soruya nerdeyse tam karşılığı ile cevap verebilecek bir yardımcı. İnternet işte bu tabirin neredeyse tam karşılığı.
Benim kanaatimde internet CEHENNEM’in dünyada sinyale dönüşmüş halidir bir nevi. Belki tam olarak yanıyor diyemeyiz ancak içeriğinde hepimizi yakacak bir bilgi deposuna sahip. Eskiden bilgiye ulaşmak zordu. İnternet bunu bir hız haline getirdi. Şimdi ise bilgiye ulaşmak hızlı, algılamak ise zorluk haline dönüştü. Devir hız devri haline geldi. Her türlü bilgiyi en hızlı şekilde arama motorlarından hemencecik bulabiliyoruz. Hem de bilginin bir kaynağa dayanıp dayanmadığına bakmaksızın. İnternet bir bilgi cehennemidir.
İnternet, insanları kendine bağımlı haline getirdi. Sürekli ağa bağlı ve aktif olarak sosyal medyadan bağımsız yaşayamayan bireyler haline geldik. Hatta o kadar ileri gittik ki “akıllı telefonlar” icat edip, kendi hafızamızı kaybettik. Eskiden fihrist gibi bütün telefon numaralarını hafızamızda tutabiliyorken, şimdilerde akıllı telefonunun hükmettiği bir dönemi yaşıyoruz. Eğer cihazımız bozulursa annemizin bile numarasını hatırlamayacak duruma geldik.
Şimdi sorabilirsiniz konudan uzaklaşıyoruz diye. Hayır aslında bilim-kurgu filminin içinde yaşıyoruz da siz farkında değilsiniz. İlk cep telefonu aldığınız zamanı bir düşünün. Grafik ekran tasarımları, hesap makinesinden fazla ileri gidemeyen, eski teknoloji ürünü, yılan oyununun efsane olduğu günler. O zamanlar biri gelip size:
“Bak bu cihazı yarın elinden düşüremeyeceksin, hafızan olacak senin, internete sürekli bağlı kalıp, resim çekip ana haber bültenlerinde paylaşacaksın. Banka hesapların, şifrelerin hepsi bunda olacak hatta kol saatine bile bununla bağlanacaksın” deseydi ne derdiniz?
Hadi bunu 20 sene önce öngörebildiğinizi kabul ettim. Peki 40 sene önce böyle bir şey söylediklerinde ne derdiniz???
Sakın ha teknoloji gelişiyor biz de ayak uyduruyoruz demeyin. Gelişen teknoloji değil biziz. Biz gelişmesek teknoloji kendi kendine gelişemezdi.
Bu konuyla ilgili son söz,
Bugün akıllı cihazlarınızdaki interneti kullanmayı bıraksanız ne olur?
Herkesten alacağım cevap aynı sanırım.
O zaman cep telefonunun telefon olmaktan başka bir özelliği kalmaz ki.
ASLINDA
Bu teknoloji bundan asırlar önce bulundu, kullanıldı.
Bizler, daha ileri bir medeniyetin, baştan başlamış haliyiz.
Derin bir nefes alın. Bu yazı biraz uzun olacak.
Transhümanizm MRna aşıları, deneysel gen terapileri, çipler, Haarp teknolojisi, zihin kontrolü, Dna aşısı, 3G-4G-5G derken 6G tartışmaları, akıllı telefonlara adapte olmakta zorlanırken akıllı evlerin peyda olması, yapay zeka ve yapay zekaya bağlı sosyal medya uygulamaları, robotlar, nesnelerin interneti ve internetin nesneleri haline dönüşenler, sentetik et üretimi, insansız hava araçlarında devrimlere ‘aaaa’ derken insansız deniz araçları ile kara araçları, uçan arabalar, Endüstri 4.0, İnsanlık 2.0’ın yanında bir sürü komplo teorisi ile birlikte geldiğimiz noktada “İnsan Nereye Gidiyor?” sorusunun önemi.
Engel olunamaz hatta engel olunmasını mantıksızlık olarak kabul ettiğim Dijitalleşme, freni patlamış kamyon misali üstümüze doğru gelmektedir. Neredeyse her gün teknolojinin farklı bir evreye doğru, yeni bir ilerleme hızıyla hareket ettiğini görmekteyiz. Aslında dijitalleşme dediğimiz şey bir nevi teknolojik gelişmeler ve teknolojiye bağlı sistemlerin sanallaşmasıdır. Teknolojik gelişme iyi bir şeydir. Ancak iyi ellerde, iyi şeyler için kullanılır ise…
Küreselleşen dünyada kendini küreselciler olarak isimlendiren elit grup, üzülerek belirtmek isterim ki tüm teknolojiyi ellerinde tutmaktadırlar. Karşılarında ise ULUSALCILAR adıyla küreselci kesimin faşist tutumlarına karşı duran farklı bir grup bulunmaktadır. Aslında ULUSALCI dediğimiz tayfa dijitalleşmeye karşı değil, yukarıda belirttiğim gibi iyi ellerde olması gerektiğini düşünen tarafdır diyebiliriz. Bu kadar girizgahtan sonra konudan uzaklaşmadan devam edelim. Zaten buraya kadar olan kısmı, biliyorsunuz.
Bir grup elit insan (grup diyorum aslında sayıları dünya nüfusunun 10’da 1’i kadar bile değildir) ellerinde bulundurduğu teknoloji ve para sayesinde dünyayı bir nevi kölelik sistemine entegre etmek istemektedirler. Asıl amaçları ise TANRILAŞMA yada TANRIYI DEVRE DIŞI BIRAKMA (HAŞA) heveslerinden kaynaklanmaktadır. Bu grubu din kisvesi altında değerlendirmek doğru olmaz. Çünkü teknik olarak semavi (İslam, Hristıyanlık ve Musevilik) yada batıl dinlerin herhangi birini tam olarak kabul etmemektedirler. Teknolojiyi bu amaçla kullanmanın yanındaki çabaları, tüm insanlığı ‘Konrol edilebilir insan projesi’ne dahil edebilmektir. Hatta yeni dinlerinin CHRİSLAM olacağını okudum. Tek dünya devleti, tek din, tek millet vs…
Hatta bilgisayarcı Gates efendi geçen bir konuşmasında ‘tanrının işini yapıyorum’ diyerek kendi elit grubuyla üstlendiği misyonun tam bir şeytani deccalizm olduğunu itiraf etti. Soruyorum, hangi kitapta Bill isimli bir peygamber geleceği söylenmiş, tanrı sana ne ara böyle bir görev vermiştir. Hatta ne ara tanrıyla konuştun bi deyiver bakayım. Yoksa senin tanrın tatile çıktı da, kullarına şu işlerimi hallediverin mi dedi. Apaçık bu beyan kendini tanrı yerine koymasındandır.
C-19 plandemisinden dolayı bu dönem adını sıkça duyduğumuz mRna aşısı ile İsrail Tel-Aviv Üniversitesinde geliştirilen DNA aşısı marifetiyle, insanın genetik kodlarına müdahale etmeye çalıştıklarını düşünüyorum. Gen dizilimini değiştirebilirlerse, insan bile yapabileceklerini (haşa) düşündükleri ayan beyan ortadadır. Bu noktada size CRİSPR teknolojisinden bahsetmek isterim. CRISPR teknolojisi, genomları düzenlemek için basit ama güçlü bir araçtır. Potansiyeli çoktur, genetik kusurları düzeltmek, hastalıkları tedavi etmek ve yayılmasını önlemek, mahsulleri iyileştirmek gibi işlevleri vardır. Ancak etik kaygıları da beraberinde getirir. CRISPR, dünyayı değiştiren moleküler makas setidir. DNA’yı kesen bir ennzimdir. 2012’de bilim adamları ucuz, etkili olan CRISPR molekülünü gen düzenleme için kullanabileceklerini anladılar, bir parça RNA (DNA’ya yapışan ince bir genetik materyal şeridi) ile yönlendirmeniz yeterli. Özetle genetik hastalıkların önüne geçebilecek kadar ilerleyebilirler ise (ki teknolojide epey bir ilerleme kaydedilmiş), insanın genetik özelliklerine de müdahale edilebilecektir. Mesela geleceğin dünyasında kendi bebeğini tasarlayabilecek (göz rengi, saç rengi, yüz yapısı ve belki boyu) insanlar haline dönüştürülecektir. Bu noktada ise ‘biz insan bile yapabiliyoruz’ kibrine kapılacak olan insanoğlu için size şu kısa hikayeyi anlatmak isterim.
Hikaye bu ya;
Teknoloji çok gelişmiş ve insanoğlu artık etten kemikten insan yapar duruma gelmiş.
Hatta (haşa) Allah C.C. katına kadar bir heyetle çıkmışlar.
İçlerinden birisi Allah’a (C.C.) nida ederek
– Ey ulu yaratıcı. Artık sana gerek kalmadı (haşa). Biz artık insan bile yapabiliyoruz.
Allah (C.C.) buyurmuş
Hadi yapın da görelim demiş.
Öne çıkan bir temsilci eğilerek yerden bir avuç toprak almış.
Tam bu sırada Allah (C.C.)
– Dur! diye emretmiş
-Kendi toprağından yap, benim toprağımdan değil..
Fıtrat (yaratılış) olarak ademoğlu, gözünün görmediği şeyleri hayal edemez. Eğer hayal edebilseydi, yaratma (yoktan var edebilme) özelliği olurdu. HAŞA… Bu sıfat sadece Allah C.C. mahsustur. Demek ki insanoğlu kısıtlı olan beyin yapısına sahip. Bir sineğin kanadını yoktan var edebilme becerisine sahip insaoğlunu felakete götürecek sebep ise KİBİR’dir. Kendini sürekli yaratıcı ile kıyaslamaya çalışan hatta haddini aşıp alemleri kusursuz yaratan yüce yaratıcıyı eleştirme cüretine kapılan, hatasız rahmani sistemleri kendi eliyle bozan, kendisini ilahlaştırmaya çalışan, güç müptelası yaratığa (yaratılmış olan demek) ŞEYTAN, yolundan gidenlere de ŞEYTANİ denir.
Değerli okur,
ALLAH’ın (C.C.) yarattığı sistemlere bir göz atın. Tek bir hata bulamazsınız. Hatalı sistemleri ise insan üretir. Aslında gelişen teknoloji de değildir, insandır. İnsan gelişmeseydi, teknoloji de gelişmezdi. Bu kadar gelişebilen insan ya ALLAH’ı bulacaktır yada kendi sonunu getirecektir. Sanırım bu sona KIYAMET diyorlar.
Selam ve Dua ile
Okan AŞCI
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir program yapıldı. Sayın Erdoğan’ın bir sözü ve söylerken gözlerindeki buğu dikkatimi çekti. “Biz ne zaman birlik olacağız” diyordu. Gerçekten ne zaman olacağız? Ülke olarak daha nasıl bir badire atlatmamız gerekiyor acaba diye sürekli soruyorum kendi kendime.
Aslında soruma cevap bundan neredeyse 30 sene önce verildi. 12 Eylül darbecisi Kenan Evren’le seçimlerden önce röportaj yapan bir gazeteci şöyle bir soru sorar;
-Sayın Evren. Gördüğüm kadarıyla sol kesimin 1 sağ kesimin ise 2 partiyle temsil edilmesine izin vermişsiniz. Neden sola 1 parti de sağa 2 parti.
Kenan Evren gazeteciye yaklaşarak der ki;
-Eğer sağ kesimi bir partide temsil etmelerine izin verirsem, mazALLAH onlar anayasayı bile değiştirirler.
Aslında meselenin özü çok açık değilmi? Şimdilerde sağ/sol kesim ayrımı yok siyasi çevrelerde. Ancak öyle bir duruma gelmişiz ki, herhangi bir konuda birbirimizden anında ayrışıyoruz. Bir bakıyorsunuz karşımıza İzmir Marşı çıkıyor, bir bakıyorsunuz dine karşı inadına tiyatro diyen bir adam. Bir marşa, siyasi amaç atfetmek acaba nasıl bir aklın ürünü diye merak içerisindeyim. Dine karşı zaten sürekli ayrışma içerisinde olduğumuz ülkemizde, bir sanatçının böylesine hassas bir meseleyi hem de dine uygun icra edilen bir cenaze töreninde karıştırmasının manasını bilen varsa izah etsin bana lütfen.
Oysa devletimizin başında daha büyük dert olabilecek siyasi, askeri gündemler varken ayrıca adına Covid19 denen meşruluğu tartışılır halde olan global virüsün, ülke ekonomileri ile toplumlara verdiği tahribatı konuşmamız gerekmiyor mu?
Şimdi yeni ayrışma konumuz ise aşılılar ile aşısızlar kavgası. Sürekli medyada aşısızların hastalığın/salgının/pandeminin sebebi olduğununun pompalanması, gazetelerin manşette aşısızlar ölüyor yetişin feryadı figanlarını büyük puntolarla vermeleri, toplumu öfke, korku karışımı ile ötekileştirmeye itmesi, insanların bu gibi hassas konularda diğer insanları suçlayıcı tavırlar sergilemesi hangi anayasal haktan doğuyor bilmek isterim. Elinde medya düdüğü olan iri iri yayınların, hep bir ağızdan ellerine aldıkları küresel megafon ile kulaklarımıza üfledikleri metafor; Aşı olmazsan öleceksin.
Neyse biz konumuza geri dönelim.
Birlik olmak için illa ki iri bir devletin bize savaş açmasını beklemek, devenin hendeği sırıkla atlamasından daha zor bir meseledir. Ben Türkiye’ye düşman bir ülke başkanı olsam (Tövbe Estağfurullah. Allah esirgesin), ülkedeki bu ayrışmayı görüp neden silahla mücadele vereyim ki diye düşünürüm. ‘Zaten Allah belalarını vermiş, siyaseten bize karşı bir araya bile gelemez hale gelmişler’ der, daha fazla dezenformasyon nasıl yapabilirim diye düşünürdüm. Aslında durum tam da bu değil mi? Bizdeki bu ayrışma/ötekileştirme devam ettiği müddetçe, korkarım ki savaş dahi açılsa, bir kesimden cepheye gidecek adam bulmakta zorlanacağız. Biz bu ülkede Türkiye ile İran savaşırsa, İran safına geçerim diyen, sözde halk tarafından seçilmiş milletvekili ile yaşamaya mecburuz. Bu beyanını da binlerce kişi paylaşmış hani sosyal medyasında. Asıl ötekileştirilmesi gerekeni zatı başa taç edenler, işte o cepheye gelmeyecek olanlardır.
Dindarıyla dine mesafelisi ile, kısa etek giyeniyle, baş örtülü olanıyla, içki kullananıyla kullanmayanıyla bir şekilde birlikte yaşamak zorundayız. Kimsenin alanına müdahale etme hakkımız yok. Hele ki devlet müsaade etmişken, bize bir şey söylemek düşmez. Bırakın artık bu tarz ayrıştırmacılığı da yolumuza bakalım. Biz büyük hedeflerin ülkesiyiz. Vatan hainleri, Fetöcü, paralel devletçi, terör yandaşı hatta teröristin kendisi, devlet içinde devleti sömürenlerle ölene kadar da ötekileşeceğiz/ayrışacağız. Ancak mesele vatan olunca tek bir vücut olacağız. Çünkü başka Türkiye yok. Bu devlet çökerse hepimiz altında kalırız.
Okan AŞCI
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.