Beşiktaş escort Etiler escort Nişantaşı escort
Sancaktepe escort Zeytinburnu escort Antalya escort Ankara escort Avrupa yakası escort Denizli escort Kocaeli escort Merter escort Nişantaşo escort Levent escort Çapa escort Etiler escort Mecidiyeköy escort Taksim escort Beşiktaş escort Bakırköy escort Bahçeşehir escort Esenyurt escort Avcılar escort Avrupa yakası escort bayan Beykoz escort Üsküdar escort Göztepe escort Erenköy escort Suadiye escort Kurtköy escort Tuzla escort Bostancı escort Ümraniye escort Pendik escort Kadıköy escort Kartal escort Ataşehir escort Anadolu yakası escort Bodrum escort Konya escort Muğla escort Malatya escort Gaziantep escort Eskişehir escort Ankara escort İstanbul escort Kayseri escort Adana escort Şirinevler escort Halkalı escort Marmaris escort Fethiye escort Sarıyer escort Maltepe escort Fatih escort Çekmeköy escort Beylikdüzü escort Başakşehir escort Ataköy escort Alanya escort Samsun escort Muğla escort İzmir escort Diyarbakır escort Bursa escort Antalya escort İstanbul escort Göztepe escort Gaziantep escort Adana escort Adana escort Anadolu yakası escort Ankara escort İstanbul escort Ataşehir escort Avcılar escort Avrupa yakası escort Bağcılar escort Bahçeşehir escort Bahçeşehir escort Beşiktaş escort Beykoz escort Bodrum escort Bostancı escort Bursa escort Eskişehir escort Gaziosmanpaşa escort Kadıköy escort Kartal escort Kocaeli escort Konya escort Konya escort Konya escort bayan Malatya escort Pendik escort Şirinevler escort Taksim escort Ümraniye escort Adana escort Antalya escort Bursa escort İzmir escort Bodrum escort Eskişehir escort Konya escort İzmir escort Beylikdüzü escort Kayseri escort İzmir escort Pendik escort Eskişehir escort İstanbul escort escort Fatih escort Antalya escort escort bayan Samsun escort İstanbul escort Bursa escort Antalya escort bayan Antalya bayan escort Antalya escortlar Adana escort Bursa escort İzmir escort Diyarbakır escort Maltepe escort Çekmeköy escort Beylikdüzü escort Şirinevler escort Ataköy escort Halkalı escort İstanbul escort Şişli escort Kayseri escort Antalya escort Mersin escort Mersin escort Mersin escort Şişli escort Mersin escort Kayseri escort
09 Eylül 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
33,9489
37,5422
2.728,08
30 Ağustos 2021 Pazartesi
4 yaşında cinsiyet değişimi için adım attı
Boşu boşuna lafazanlık yapıyorsun! Haddini bilmen gerekiyor
T.C. KÜÇÜKÇEKMECE 2. SULH HUKUK MAHKEMESİNDEN-CANAN KUŞÇU
Umuttaki Dünya ve Zümrüt’ün aşkı (2)
Söylenmemiş sözler durağı
Sevgili Dostlar,
Birkaç haftalık ayrılıktan sonra kaldığımız yerden devâm edelim ve Fâtiha Sûresinde: “Bizi sırât-ı müstakîme hidâyet et” âyetinde geçen “hidâyet” kelimesine odaklanalım. Sırât-ı müstakîmi önümüzdeki hafta detaylarıyla inşAllah inceleyeceğiz. Şimdilik “istikâmet yolu” olarak alalım ve sırât-ı müstakîm hâlinde orijinal kelimelerle ifâde edelim.
Hidâyet, “hedefe ulaştıracak yola yönelmek ve yolu göstererek o yol için kılavuzluk etmek” mânâlarına gelir. Istılâhta ise hidâyet, kulun sırât-i müstakîme yönelmek ve o yolda ilerlemek konusundaki kararlılığı netîcesinde irâde ve gayret göstermesine binâen âlemlerin Rabbi Allah(cc)’ın o kulunun kalbine koyduğu Kendi nûrudur, diye tanımlanır. Âyetteki “ihdinâ” (bizi hidâyet eyle) kelimesi “sırât-ı müstakîm” ibâresi ile berâber düşünüldüğünde, “bizi sırât-ı müstakîme” yönelt, bize sırât-ı müstakîmi göster ve sırât-ı müstakîm üzerinde yürüyebilmemiz için bize kılavuzluk et” anlamlarında düşünülebilir.
Hidâyeti ve dalâleti iki uç olarak düşünebiliriz. Dalâlet hidâyetin zıddıdır. Kişinin ne yaparsa yapsın dalâlette olduğunu düşünmesi yeise sebep olur. Yeis ise küfürle bir tutulur çünkü âyete[1] muhâliftir. Diğer taraftan kişinin hidâyette olduğunu düşünmesi ise kendi kendine söyleyebileceği en büyük yalandır. Bu hâl ise tövbe etmeye engeldir. Dalâlette ile yakından alakalı bir kelime şekâvet; hidâyet ile yakından ilgili bir kelime ise saâdettir. “Kırk gün hadîsi”[2] diye bilinen bir hadîste, şekâvetin ve saâdetin ezelden yazıldığı bildirilir. Kişinin şakî mi yoksa saîd mi olduğunu bilmesi mümkün değildir. Kula yakışan, kulluğunun gereğini yapmak ve duâ etmektir. “Bizi sırât-ı müstakîme hidâyet eyle” duâsını bu mânâ ile düşünebiliriz. Hem bu duâyı yapmak, hem de Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ks)’nin deyimiyle “horoz isek ötmek” gerekir. Böyle davranmak ise kişinin ukbâ endişesi ve ümîdi ile kulluk etmek değil, sâdece âlemlerin Rabbi Allah(cc)’a kulluk etmesinin yoludur.
Hidâyetin zıddı olan dalâlete düşmenin sebepleri ise Kur’an’da muhtelif yerlerde yalancılık ve küfürde ısrâr etme,[3] aşırı yalancılık,[4] zâlim ve fâsık olma,[5] ve zâlim ve kâfir olma[6] olarak belirtilir. Bu sebeplere dikkat edilirse, dalâletin altında yatan temel husûsun zulmü kasten işlemek olarak görebiliriz.
Daha önceki yazılarımızda zulmü açıklamıştık. Tekrar değinecek olursak, zulüm adâletin zıddıdır. Adâlet ise Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ks)’nin deyimiyle her şeyi yerli yerine koymaktır. Başa ayakkabı, ayağa külah geçirmek zulümdür.[7] Zulmün nefsimize yönelik ciheti günâhlara dalıp günâhlarda ısrâr etmek ve nefsimizi kemâle erdirmemektir. Zulmün insanlarla olan yönü onların haklarını çiğnemek, âdil ve hakkaniyetli kararlar vermemek ve emâneti ehil olmayanlara vermektir. Zulmün âlemlerin Rabbi Allah(cc) ile olan ciheti, O’na gizli ve açık sirk koşmak, buyruğunu tutmamak ve yasaklarından kaçınmamaktır. Zulmün son yönü ise zulme râzı olmak ve zulmün teşekkül etmesine engel olmamak; yani kalbimizle buğz etmemek, dilimizle karşı çıkmamak ve elimizle düzeltmemektir.
Zulme vedâ etmedikçe, hidâyeti beklemek hamâkattir, içi boş temennidir.
Fâtiha’da geçen bu duâyı hep edip hidâyetle sırât-ı müstakîm üzere mânâsıyla yaşamayı âlemlerin Rabbi Allah(cc)’tan niyâz ederiz.
Allah(cc)’a emânet olun.
Mustafa TINMAZ
[1] Zümer 53: “De ki: “Ey nefislerinin aleyhine aşırı giden (emrime muhâlefet ile nefislerini isrâf eden) kullarım! Allah’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günâhları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
[2] “Buhârî, Bed’ül-halk 6; Kader 1, Tevhîd 28; Müslim, Kader 1; Ebû Dâvûd, Sünnet 17; Tirmizi, Kader 4; İbn Mâce, Mukaddime 10: “Sizden biriniz (in yaratılışı) annesinin karnında kırk günde nutfe olarak derlenip-toplanır. Sonra aynı şekilde alaka ve aynı şekilde mudğa olur. Sonra Allah ona dört kelime ile bir melek gönderir. Ardından amelini, ecelini, rızkını ve şaki ya da saîd oluşunu yazar ve akabinde ona rûh üflenir. Bir kimse kendisi ile cehennem arasında bir zira’ (arşın) mesafe kalana kadar cehennem ehlinin amelini işler, ancak hakkında yazılan şey onun önüne geçer, ardından cennet ehlinin amelini işler ve cennete girer. Bir kimse de kendisi ile cennet arasında bir zira’ (arşın) kalana kadar cennet ehlinin amelini işler, ancak hakkında yazılan şey onun önüne geçer, ardından cehennem ehlinin amelini işler ve cehenneme girer.”
[3] Zümer 3
[4] Mümin 28
[5] Ahkâf 10, Sâff 5,7; Cumâ 5; Münâfikûn 6
[6] Mâide 51, 67
[7] Mesnevî 6/1887: “Adâlet demek, her şeyi yerli yerine koymak demektir. Ayakkabı ayağındır. Külâh da başa âittir.”
Geçen hafta “Mâlik-i yevmiddîn” ibâresini:“(Yegâne hamd Kendisine mahsûs âlemlerin Rabbi Rahmân ve Rahîm Allah(cc), tatlı veyâ acı karşılığı verdiği) cezâ gününün Mâlikidir” mânâsında açıklamıştık. Bu hafta Fâtiha’nın bir sonraki âyetini tefekkür edelim.
“İyyâke”, “yalnız Sana” demektir. “Na’büdü” biz zamiriyle kulluk ederiz mânâsındadır. “Nestaîn” de biz zamiriyle yardım isteriz anlamına gelir. Bu anlamları bir önceki âyetlerin mânâları ile birleştirirsek: (Ey âlemlerin Rabbi Allah’ım!) Ancak Sana kulluk eder ve (de maddî ve mânevî her türlü işimizde) sâdece Senden yardım isteriz. (Çünkü her türlü tâzim ve hamde ancak Sen layıksın. Bize yardım etme gücüne Senden başka kimse sâhip değildir) mânâsını elde ederiz. “Ben, cinleri ve insanları ancak kul olsunlar diye yarattım” âyeti gereğince, her cin ve her insan “kuldur.” Lâkin hepsi âlemlerin Rabbi Allah(cc)’a “kul olmuş” değildir. İnsan, ya hevâsını ilâh edindiği emmâre nefsine, adımlarını tâkip ettiği şeytana, kalbî muhabbet ve nefsanî hırslarla bağlandığı dünyâya ve tanrılaştırıp taptığı benliğine kuldur ya da “tevhîdi” “bilmekle” nefsini kemâlâtına erdirip Hz. İnsân sıfatıyla “yalnız” âlemlerin Rabbi Allah(cc)’a kuldur.
“İyyâke” kelimesinin “na’büdü”den önce zikredilmesinin hikmeti, âlemlerin Rabbi Allah(cc)’ın yüceltilmesi ve asıl önemli olanın “kulluğun yalnız O’na” olduğunun belirtilmesidir. Çünkü Allah(cc) her şeyin sâhibidir ve kulluk edilecek gerçek Mâbud sâdece O’dur. Âyette, kulluk etmenin yardım istemekten önce zikredilmesinin de hikmetleri vardır. Birinci hikmet, âyetler arasındaki ses uyumuyla ilgilidir. “Ve iyyâke nestaîn” lafzı daha sonra getirilerek âyet sonlarındaki ses uyumu gerçekleşmiştir. İkinci hikmet şunu öğretmek içindir: Bir ihtiyâcı istemeden önce arada duânın kabûlüne vesîle olacak işleri yapmak, daha etkilidir ve de âlemlerin Rabbi Allah(cc)’a kulluk etmek, kula verilecek nîmetlerden daha kıymetlidir. Üçüncü hikmet, bâzen kul yaptığı ameli kendi nefsine nisbet edip, onu “ben yaptım” diye düşünebilir. Bunun için: “Sâdece Sana kulluk ederiz” ifâdesinin peşinden: “Yalnız Senden yardım dileriz” diye niyâz edilerek benlik giderilmiş olur. Âyette geçen “kulluk ederiz” ve “yardım dileriz ” ibârelerinin fâili gizli olup “biz” zamîridir. Bu âyeti okuyan herkes: “Yâ Rabbi, ancak Sana kulluk ederiz, yalnız Senden yardım dileriz” derken, “biz” zamîriyle kendisini, hafaza meleklerini ve namazda hazır olan bütün cemâati kasteder. Böylece kendi kulluğunu beğenmez, diğer müminlerin kulluğu içine katar, ihtiyâcını onların ihtiyâcıyla birlikte Allah(cc)’a sunar. Onların bereketiyle kulluğunun kabûl edileceğini ve ihtiyâcının giderileceğini umar. Bu fayda ve hikmetten dolayı cemâat hâlinde ibadet emredilmiştir.
Bu âyete kadar âlemlerin Rabbi Allah(cc) üçüncü şahıs kipiyle nitelendirilmişti. Onun için: “Hamd âlemlerin Rabbi Allah(cc)’a mahsustur” derken O’nu övmek, huzûrdaki kimsenin hitâbıyla değil, gâib kimsenin hitâbıyla olmaktadır. Bu ve daha sonraki âyetlerde ise hitâp, huzûrunda bulunulan Zâta yapılmaktadır. “Ancak Sana kulluk ederiz” Allah için amel eden ihlâslı kullara aittir. “Yalnız senden yardım dileriz” ise amelini Allah(cc) ile (O’nun özel izin ve desteği ile) yapan gerçek tevhîd ehline aittir. Allah için amel etmek kişiyi şirkten korur. Allah ile amel etmek ise Allah(cc)’a “yakınlık” temin eder. Allah için amel etmek, kulluğu samîmîyetle yapmayı; Allah(cc) ile amel etmek ise teslîmiyetin üst düzeyde olmasını gerektirir.
Allah(cc)’a emanet olun,
Mustafa TINMAZ
Geçen hafta hamd kavramından ve “El-hamdülillâh” cümlesinden bahsetmiştik. Bu hafta Fâtiha Sûresinde ikinci âyetin devâmında gelen Rabb-ül-âlemin ibâresinden ne anlamamız gerektiğini irdeleyelim.
Rabb-ül-âlemin, âlemlerin Rabbi demektir ve Allah(cc)’ı niteler, sıfatlandırır. Yani, ikinci âyeti bütün olarak alırsak, “yegâne” hamd, âlemlerin Rabbi Allah(cc)’a mahsûstur mânâsına ulaşılır. Rab kelimesi, sözlükte “bir şeyi yetkinlik, olgunluk, kemâlât noktasına varıncaya kadar kademe kademe inşâ edip geliştirmek” mânâsına gelir. Allah(cc) Mürebbîdir, insanları “Rab” ismiyle “terbiye” eder. Kâinâtı yaratan, kayıran (gözeten) ve yöneten, hâkimiyetinde dengi ve benzeri olmayan ve lütfettiği nîmetler vâsıtasıyla yaratılmışların hâlini düzeltip geliştirerek terbiye eden, âlemlerin “Rabbi” Allah(cc)’tır. Her şey varlığını O’ndan alır, yaptığını O’nunla yapar, ihtiyâç duyduğu husûslarda O’na sığınır ve O’na mürâcaat eder.[1]
Bu âlemlerin kaç tâne olduğu, hangi âlemlerin var olduğu başlı başına bir konudur. Bunu limitli ilmimiz ile ihâtâ etmemiz mümkün değildir. Lâkin, Allah(cc)’ın Vâsi’ esmâsı gereğince sonsuz sayıda âlemin olduğu, söylenebilir. Pratik olarak denebilir ki Allah(cc) sâdece Müslümanların Rabbi değildir. Kendisine inanan-inanmayan tüm insanların ve bildiğimiz-bilemediğimiz tüm mahlûkâtın Rabbidir. Efendimiz(sav) âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Bu iki kavram birleştirildiğinde, ortaya çıkan sonuç, mahlûkâta merhametli davranmak gerektiğidir. Nitekim Efendimiz(sav), bir gün ashâba: “Birbirinize merhametli davranmadıkça îmân etmiş olamazsınız” der. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Biz her zaman birbirimize merhametli davranmaktayız” diyerek mukâbele edince, Efendimiz(sav) devâmla: “Benim demek istediğim yalnız sizin kendi aranızda değil, sizlerin Allah’ın bütün yarattıklarına karşı merhametli olmanızdır” buyurmuştur.[2]
“Elest bezminde”: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusunda da Rab kelimesi geçer. “Özgürce ve hür irâdemizle” bâzılarımızın orada verdiğimiz bu sözü dünyâda tutmak ve de zâlim ve câhilce yüklendiğimiz halîfelik emânetine (görev ve sorumluluğuna) hıyânet etmemek, bir başka deyişle sâdece âlemlerin Rabbi Allah(cc)’a kul olmaktır, bizden beklenen. Nitekim Kur’ân’da Allah(cc): “İşte bu Allah sizin Rabbinizdir. O’ndan başka ilâh yoktur. O her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse O’na kul olun, O her şeye vekildir. (Güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur.)”[3]buyurarak Kendisinin Rab sıfatını ve bizlerden ne beklediğini açıklamıştır.
Yalnız âlemlerin Rabbi Allah(cc)’a kul olabilmek niyâzımızdır.
Allah(cc)’a emanet olun,
Mustafa TINMAZ
[1] TDV İslâm Ansiklopedisi, Bekir Topaloğlu-Süleyman Uludağ, Rab 34/372-373
[2] Münzirî, et-Tergîb vet-Terhîb 3/201
[3] En‘âm 102
Geçen hafta besmeleden bahsetmiştik. Bu hafta Fâtiha Sûresinde ikinci âyetin başındaki hamdi irdeleyelim.
Hamd, âlemlerin Rabbi Allah(cc)’ın yarattığı mükemmellik arz eden nizâmı gözlemlerken hayrânlık ve hayret içinde edilen tesbîhin doğal bir sonucu olarak O’nu şükrânlık ve acziyet hâliyle” övmek”; mutlak güzellik, üstünlük ve erdemlilikte nitelemek mânâsına gelir.
Hamd ederken, kalben hissedilen şükrânlık duygusu yoğunluk gösterir. Şükür, özelde insanlara bahşedilen nîmetlere karşılık gelir. Kur’ân’da yer ve gökler arasında her ne var ise Allah(cc)’ı hamd ile tesbih ettiği, ama bunu herkesin kavrayamayacağı, zikredilmektedir. Bu yönüyle hamd, insanlara ve diğer bütün mahlûkâta ihsân edilen nîmetlere karşılık olarak bütün övgüleri toplayarak âlemlerin Rabbi Allah(cc)’a takdîm etmektir. Efendimiz(sav): “Allahım! Senin yüceliğin bütün yüceliklerin üstünde, Sana yönelen övgü (hamd) bütün övgülerin fevkindedir”[1] diyerek duâsında hamd etmiştir. Hamd, Allah(cc)’ın zâtınadır; O’nun sıfatları ise buna vâsıta teşkîl eder. Fâtiha sûresinin: “El-hamdülillâh” cümlesiyle başlaması ve geçen duâda da Efendimiz(sav)’in Allah ismini zikretmesi, buna delildir. Çünkü Allah ismi Allah(cc)’ın özel ismidir. “El-hamdülillâh” cümlesindeki hamd, başındaki “el-“ takısı ile belirli isim olur. Fâtiha’da herhangi bir “hamd” değil, “yegâne” “hamd” ifâde edilmektedir. Öyleyse, “El-hamdülillâh” cümlesinin bir mânâsı: “Bütün çeşitleriyle “yegâne” övgü Allah’a mahsûstur”, ikinci bir anlayışa göre ise “Allah’a şükürler olsun” şeklindedir. Esâsen şükür ayrıca birçok âyette yer almış bulunmaktadır. Ayrıca hamd, şükrü içerir, ama şükür tek başına hamd değildir. Bu sebeple, “el-hamdülillâh” cümlesinin şükrü kapsadığı, Kendisine Şükredileni övmeyi ifâde ettiği ve bu hamdi tüm mahlukâtın yaptığı söylenebilir.
Zikir, şükür ve dolayısıyla duâ unsurlarını ihtivâ eden hamd tıpkı besmele gibi günlük hayâtta önemli bir yer tutar. Her gün kılınan beş vakit namazda kırk defâ tekrarlanan Fâtiha Sûresi hamd ile başlar. Namazın girişinde okunan Sübhâneke’de, rükû dönüşünde (Rabbenâ lekelhamd), namazdan sonra çekilen teşbihlerde (elhamdülillah) ve ardından okunan tevhid cümlesinde hamd geçer. Efendimiz(sav)’in sünnetine göre, konuşmalara, zikir ve duâlara hamd cümlesiyle başlamak, yemeğe besmele ile başlayıp hamd ile bitirmek, aksırdıktan sonra hamd etmek gerekir.
Âlemlerin Rabbi Allah(cc)’a hakkıyla şükretmemiz, dolayısıyla O’na hakkıyla hamd edebilmemiz mümkün değildir. Lâkin bu idrâkın şuûruyla acziyetimize ârif hâlde şükrânlıkla hamd edebilmek niyâzımızdır.
Haftaya inşAllah, Fâtiha’da aynı âyete devâm ederek, “el-hamdülillâh” cümlesinden sonra gelen Rab kelimesinden ne anlamamız gerektiğini araştıralım.
Allah(cc)’a emanet olun,
Mustafa TINMAZ
[1] Müsned, 3/127, 239
Besmele, “Rahmân ve Rahîm Allah(cc)’ın adıyla” anlamına gelen “Bismillâhirrahmânirrahîm” cümlesinin adıdır. Din boyutunda şüpheli olmayan, helâl bir işe başlarken, Allah(cc)’ın adını anmak ve bu adla başlamak anlamına gelir. Allah(cc)’ın buyruğunu tutmak, samîmîyet, insanın âlemlerin Rabbi Allah(cc)’ın halîfesi olduğu bilinci, tevekkül ve teslîmiyet hep besmelenin içindedir. Yani besmele, işe, Rahmân ve Rahîm Allah(cc)’ın adıyla “başlıyorum”; O’nun emriyle, O’nun için ve O’nun adına teşebbüste bulunuyor ve netice konusunda O’na (dayanıp güveniyor, işimi O’na havâle ediyor) tevekkül ediyorum. Çünkü başladığım işin tamamlanmasında gerekli olan güç ve kuvvetin yegâne sahibi O’dur, demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm cümlesi dört kelimeden oluşur. Bunlar: İsim, Allah, Rahmân, Rahîm kelimeleridir. Ancak isim kelimesinin başına bir “b” takısı (harf-i cer) getirilmiştir. Bu takı, kendinden önce var olduğu düşünülen bir fiile, sonraki cümleyi bağlamak için kullanılmıştır. Buna göre besmele, bu fiillerden birisinin var kabûl edilmesiyle beş kelimeden meydana gelmiş olur. “(Rahmân) ve (Rahîm) Allah(cc)’ın adıyla başlarım” gibi.
Besmele’deki ikinci kelime Allah(cc) ismidir. Allah(cc), varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere lâyık bulunan Zâtın adıdır. Allah(cc), kendine has sıfatları olan gerçek Mabudun ve Tek Yaratıcının adı ve özel ismidir. Allah(cc), tüm kemâl ve üstün sıfatları zâtında toplamaktadır.[1]
Besmele’deki üçüncü kelime, Rahmân kelimesidir. Rahmân, kendinden önce ismi zikredilen Allah(cc)’ın sıfatıdır. Sözlükte “merhamet etmek, severek ve acıyarak korumak” anlamındaki rahmet (ruhm, merhamet) kökünden türeyen rahmân kelimesi, “şefkat ve merhamet eden, acıyan” demektir. Kelimenin kök mânâsında “yufka yürekli olmak, acımak, birinin üzüntüsüne ortak olmak” gibi beşerî-duygusal unsurlar bulunduğundan Allah(cc)’a nisbet edildiğinde “sonsuz merhametiyle lütûf ve ihsânda bulunan” şeklinde anlam verilmiştir. [2]
Rahmân sıfatının diğer bir özelliği Kur’ân’da, Allah(cc) ismi makâmında özel bir isim olarak kullanılmış olmasıdır.[3]
Allah(cc)’ın, Rahmân sıfatının bir tecellîsi olarak, âlim cahil, çalışkan tembel, haklı haksız, âdil zâlim, mutî âsi, mümin kâfir ayırımı yapmadan herkese ve her yarattığına gösterdiği rahmetine ilâve olarak; sâdece âlime, çalışana, haklıya, âdile, mutîye, mümine; yani “ulvî akıllarının” kontrolündeki irâdelerini Allah(cc)’ın murâdıyla tevhîd içinde tutabilen herkese ihsân ettiği, ama bu tevhîdden uzak olanları mahrûm bıraktığı rahmeti, O’nun Rahîm sıfatının gereğidir. Rahîm sıfatı, besmelenin dördüncü kelimesidir. Başlangıçta çalışana ve çalışmayana bakmadan, öylece idâre etmek, Allah(cc)’ın Rahmân sıfatının eseri iken, çalışana çalıştığının semeresini vermek de O’nun Rahîm sıfatının sonucudur. Bu sebeple denilir ki: “Allah(cc), dünyâda herkese Rahmân, âhirette sâdece müminlere Rahîmdir. “
Allah(cc)’a emânet olun.
Mustafa TINMAZ
[1] TDV İslâm Ansiklopedisi, Bekir Topaloğlu, 2/471-498
[2] TDV İslâm Ansiklopedisi, Bekir Topaloğlu , 34/415-417
[3] İsrâ110: “İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın, hangisi ile çağırırsanız, en güzel isimler O’nundur.”.
Zuhruf 45:”Senden evvel gönderdiğimiz resullerimizden sor: Biz, Rahman’dan başkasını ilâhlar yapmış mıyız?”
Yâsin11:”Sen ancak Kur’an’a uyan ve görmeden Rahman’dan korkan kimseleri korkutacaksın.”
Kaf 33: “(Cennet), görmeden Rahman’dan korkan ve (O’nun tâatına) yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere hastır.”
Meryem 45: “Ey babam, şeytana tapma, çünkü şeytan Rahman’a çok asi olmuştur.”
Mülk 3: “Rahman’ın yaratışında hiçbir düzensizlik göremezsin.”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.